14 Ağustos 2016 Pazar

Korku Hikayeleri (2018)

Evde Yalnızsın!!!!!!!!

Bir gece evde yalnızsın. Çok sıkıldın ve telefonunu alıp saate bakıyorsun. Saat gecenin üçü. Canın sıkılmış bir şekilde Facebook’a giriyorsun. Boş boş dolanırken bir anda bir mesaj geliyor. Hiç tanımadığın birinden. Mesajda büyük harflerle “CAMA BAK!!!” yazıyor. Sen korkuyorsun. Ama sonra arkadaşlarından biridir ve bana şaka yapıyordur düşüncesiyle cama bakıyorsun. Ama kimse yok. Biraz daha etrafa bakarken bir anda telefonuna mesaj geliyor. Bir fotoğraf. Ama sen bu fotoğrafı görünce çok korkuyorsun. Çünkü fotoğraf az önce sen camda iken evin önünde çekilmiş ve sende bu fotoğrafta varsın. Sen hemen telefonu yatağın üstüne atıyorsun.2 dakika sonra bir mesaj daha geliyor. Yine bir fotoğraf. Bu sefer daha korkunç. Çünkü bu sefer fotoğraf apartmanın içinde çekilmiş. Sen yine telefonu yatağın üstüne atıyorsun korkudan. Bir fotoğraf daha geliyor. Bu fotoğrafta senin kapını önünde çekilmiş. Sen fotoğrafı görür görmez hemen kapıya koşuyorsun elinde telefonla ve hemen kapıyı kilitliyorsun. Derin bir nefesalıyorsun. Odana gidiyorsun ve yatağına uzanıyorsun.Tam rahatladım derken, son bir mesaj daha geliyor. Bir fotoğraf ve altında bir yazı. Fotoğraf senin yatağına paralel olan elbise dolabından çekilmiş ve sen fotoğrafta aynı şimdi olduğu gibi uzanıyorsun. Altındaki yazı ise şöyle:
SENİ BULDUM!!!!


----





1. Asansör



Asansör
Ameliyathaneden çıkan doktor, dördüncü kattaki ofisine inmek için asansöre bindi. Yanında bir de hasta vardı. Asansör sekizinci kata gelip durdu ve kapıları açıldı. Asansör kapısının önünde küçük bir çocuk dikiliyordu.
"Aşağı mı iniyor?" diye sordu çocuk. Doktor, çocuğu dikkatlice süzdü ve cevap verdi:
-"Hayır, yukarı çıkıyor." Düğmeye bastı ve asansörün kapıları kapandı. Yanındaki hasta, doktora dönüp sordu:
-"Neden çocuğun bizimle birlikte asansöre binmesine izin vermedin? Aşağı iniyorduk zaten." Doktor:
-"Çocuk çoktan ölmüştü. Geçtiğimiz gün lösemi yüzünden hayatını kaybetti."
-"Ölü olduğunu nerden çıkardın?" diye sordu hasta.
-"Sol bileğindeki mavi bilekliği görmedin mi? Ölenleri morga götürülmeleri için mavi bileklikle işaretlerler." dedi doktor. 
-"Benimki gibi mi yani?" dedi hasta bilekliğini doktora göstererek.

2. Ölü Kız Arkadaşın Facebook Mesajları



Ölü Kız Arkadaşın Facebook Mesajları
Nathan, 5 yıldır birlikte olduğu kız arkadaşı Emily'yi 7 Ağustos 2012'de bir trafik kazasında kaybeder. Emily tam bir internet bağımlısıdır ve ölümünün ardından Nathan, kız arkadaşının tüm sosyal medya hesaplarını kapatır. Fakat ölümünden 13ay sonra 4 Eylül 2013 günü Emily'nin facebook hesabı aktive edilir ve Nathan'a bu hesaptan mesajlar gelmeye başlar. Bu mesajlar şu şekildedir :
E:  Merhaba
N: Sen kimsin? Emily’nin hesabından mesaj almam çok garip.
N: ??? Tamam o zaman, her kimseniz ileride lütfen kendi hesabınızdan bana mesaj atın.
E: Merhaba
N: Susan? Emily’nin hesabını kullanan sen misin?
E: Merhaba. Bu Pazar bir yerlere gidelim mi?
N: Sen kimsin lan?
E:  Otobüsteki tekerlekler
N: Lütfen kim olduğunu söyler misin?
Başlangıçta Nathan, bu mesajları Emily'nin annesi Susan'ın gönderdiğini veya arkadaşlarının yaptığı kötü bir şaka olduğunu düşünür ve mesajları önemsemez. Fakat mesajlarda Emily'nin ölümünden önce çıkmayı planladıkları bir geziye ve yol için seçtikleri Wheel on The Bus şarkısına gönderme yapıldığını görünce korkmaya başlar. Aldığı her mesajın ekran görüntüsünü kaydedip arkadaşlarına yollar.


Korku Hikayelerini Sevenler İçin Bayâ Ürkünç 5 Kısa Korku Hikayesi
Bir süre sonra Emily, Nathan'ın fotoğraflarında kendisini etiketlemeye başlar. Bunu fark eden bazı arkadaşları Nathan'a bunun bir virüs olabileceğini söylerler, bazıları ise arkadaş listesinden silinmeye başlar. Tüm bunlara rağmen Nathan ölen kız arkadaşıyla bir şekilde irtibata geçiyor olduğunu düşünerek facebook hesabını kapatmaya niyetlenmez.


Korku Hikayelerini Sevenler İçin Bayâ Ürkünç 5 Kısa Korku Hikayesi
Nathan, Emily’nin hesabını kullanan kişiye bunu neden yaptığını, neden resimlerde kendini etiketlediğini sorar fakat cevaplar oldukça anlamsızdır. Bir süre sonra ise Nathan’ın söylediği şeyleri tekrar etmeye başlar. Daha sonra Nathan bu mesajların daha önceki konuşmalarından alınmış cümleler olduğunu fark eder. Bu mesajların gönderildiği yeri tespit etmeye çalışır ve karşılaştığı sonuçlar onu bir kez daha korkutur. Mesajlar gelmeye başladığından beri Emily'nin facebook hesabına giriş yapılan yerler Nathan'ın evi, işyeri ve Emily'nin annesi Susan'ın ev adresi olarak görülmektedir. 
Birkaç gün sonra Emily'nin hesabından ilk kez daha önceki mesajlardan bağımsız bir mesaj gelir:
E: spor ayakkabılarım kurutucuda ve dışarısı gerçekten çok soğuk
gerçekten soğuk
soğuk
soğuk
Nathan 
lütfen dur
soğuk
DO NUYO RUM
neler oluyor bilmiyorum


Korku Hikayelerini Sevenler İçin Bayâ Ürkünç 5 Kısa Korku Hikayesi
Olanlardan sonra Nathan artık geceleri uyuyamaz hâle gelir. Facebook hesabını kapatmayı düşünür. Birkaç gün sonra Emily'nin hesabından bu fotoğraf gönderilir. Burası Nathan'ın evidir, fotoğraf dış kapıdan çekilmiştir. Nathan fotoğrafı gördüğünde garajdadır. Tablet bilgisayarından arkadaşına yazdığı son şey şu olur:
"Bi arkadaşımda kalacağım, eve girmeye çok korkuyorum."

3. Okul Servisi



Okul Servisi
Her zamanki gibi okula gitmek için servise binip cam kenarındaki bir koltuğa oturdum. Bir yandan müzik dinliyor bir yandan da dalgın dalgın servisteki diğer öğrencilere bakıyordum. Servisin sarsılarak duruşu beni kendime getirdi. Tommy'nin evinin önündeydik. Dışarıdan yan pencereye doğru bir el belirdi ve otobüs şoförüne devam etmesini işaret etti. Tommy bugün hasta galiba diye düşündüm. 
Okuldan çıktıktan sonra eve geldim ve akşam haberlerini seyretmeye başladım. Duyduğum son haberle neredeyse felç geçiriyordum. Tommy ve tüm ailesi bu sabah kimliği belirlenemeyen biri tarafından öldürülmüştü. Aldığım bu kötü haberden sonra odama doğru süründüm ve uyumaya çalıştım.
Ertesi gün yine okula gitmek üzere servise bindim. Olanlardan bihaber servis şoförü yine Tommy'nin evinin önünde durdu. Tam haberlerde duyduklarımı söyleyecekken yine solgun bir el belirdi pencerede. Devam etmemizi işaret etti.
Olduğum yere yığıldım.

4. Oyuncak Bebek



Oyuncak Bebek
Güney Illinois'in kırsal kesimlerinde bir oyuncak firması, bebek bekleyen anne adayları için son derece gerçekçi sesler çıkaran oyuncak bebekler üretmeye başladı. Fakat anlatılanlara göre anne adayları doğum yaptıktan sonra oyuncak bebekler sürekli ağlıyordu. Normalde oyuncak bebeğin ağlama sesini sallayarak susturmak mümkünken doğumdan sonra oyuncakları susturmak için sertçe sarsmak ve vurmak gerekmeye başladı. Gün geçtikçe oyuncakları susturmak için ihtiyaç duyulan şiddet arttı. Sonunda oyuncak bebekler susturulamaz hâle gelince ebeveynler gürültüden kurtulabilmek için oyuncağın kafasındaki mekanizmayı parçalayabilmek umuduyla oyuncakları duvardan duvara vurmak zorunda kaldı.
Pek çok vakada anlatılanlara göre bu olaylar karşısında komşular, çocuk istismarı ihbarında bulunmak üzere polisi aradılar. Polisler olay yerine geldiklerinde kan sıçramış duvarlarda ve yerlerde bebeklere ait organ parçaları buldu. Annelerse polislerin neden geldiğine anlam veremiyorlar ve tek yaptıklarının aptal oyuncakları susturmak için duvara vurmak olduğunu söylüyorlardı; bir yandan da kucaklarındaki bebek şekli verilmiş boş kundağı pışpışlıyorlardı...

5. Rus Uyku Deneyleri



Rus Uyku Deneyleri
1940'ların sonunda Rus araştırmacılar II. Dünya Savaşı'nda ele geçirdikleri 5 politik tutsak üzerinde 15 gün sürecek uyku deneyleri yaptılar. Deneyin amacı denekleri 15 gün boyunca oksijen seviyesinin sabit tutulduğu odalarda uyarıcı gazlar vererek uyanık tutup davranışlarındaki değişimi gözlemlemekti. Denekler, kendilerine deney süresince yetecek erzak ve suyun bulunduğu bir odaya konup mikrofonlarla dinlendiler ve 5 inç'ten daha büyük olmayan gözlem camlarından izlendiler. Odada kitaplar, karyolalar ve tuvalet dışında başka bir eşya yoktu.


Korku Hikayelerini Sevenler İçin Bayâ Ürkünç 5 Kısa Korku Hikayesi
İlk 5 gün herşey yolundaydı. Deneklere araştırmanın sona ermesiyle özgürlüklerine kavuşacakları söylenmiş olsa da 5. günden sonra denekler deneyi yapan araştırmacıları sorgulamaya ve koşullardan şikayet etmeye başladılar.  Birbirleriyle konuşmayı kestiler ve mikrofonlara fısıldamaya başladılar. Araştırmacılar bunu gazın bir yan etkisi olarak değerlendirdi. 9. gün deneklerden biri çığlık atmaya başladı. 3 saat boyunca bağırdıktan sonra sesinin kısıldığını fark eden araştırmacılar ses tellerinin yırtılmış olabileceğini düşündü. Diğer denekler mikrofonlara fısıldamaya devam ediyor, hiçbir tepki vermiyorlardı. Birkaç saat sonra bir başka denek çığlık atmaya başladı. Bunun üzerine diğer denekler odadaki kitapları parçalara ayırıp sayfaları yüzlerine sürmeye, gözetleme camlarına yapıştırmaya başladılar. Bunun üzerine çığlık sesleri kesildi. 3 gün boyunca odadan çıt çıkmadı. Araştırmacılar 14. gün mikrofonları kontrol etmek için odaya girmeye karar verdiler. Odanın kapılarının açılacağını anons ettiklerinde "artık özgür olmak istemiyoruz" cevabını alınca askeri birliklerin artık deney odasını boşaltması gerektiğine karar verdiler.


Korku Hikayelerini Sevenler İçin Bayâ Ürkünç 5 Kısa Korku Hikayesi
Askerler odaya girdiklerinde gördükleri manzara karşısında hayrete düştüler. Odadaki yiyeceklere neredeyse hiç dokunulmamıştı. Deneklerden biri ölmüştü ve odadaki giderin üzerinde yatıyordu. Gider tıkandığı için yerde 4 inç yüksekliğinde bir kan gölü oluşmuştu. Diğer denekler çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Vücutları paramparça olmuştu. Karınlarının üzerindeki deri iç organları görünecek derecede hasar görmüştü. Ve hepsi odadan çıkmamak için askerlere direniyordu. Bu kargaşada deneklerden birinin dalağı patladı ve öldü. Kendilerini dışarıya çıkarmak isteyen askerlerden birinin boğazını bir diğerinin de testislerini koparan diğer 3 denek tıbbi merkezlere yatırılıp tedavi altına alınmaya çalışıldı. Fakat uyumamak için direniyor, ayık kalmak için kendilerine gaz verilmesini istiyorlardı. Denekler anestezi verilmeden ameliyat edildikten sonra yeniden gaz verilmek üzere odalara alındılar. Kendilerine gaz verileceğini öğrendiklerinde sakinleştiler. Deneklerden biri bu esnada uyuyakaldı. Uyanır uyanmaz da öldü. Askerleri otoriteler deneyin amacından saptığına ve araştırmacıların deneklerle birlikte kapatılarak cezalandırılması gerektiğine karar verdiler. Araştırmacılar, deneklerin bulunduğu bölüme geldiklerinde denekleri öldürdükten sonra intihar ettiler. Deneklerden birinin ölmeden önce söyledikleriyse son derece ürkütücüydü: " Bu kadar kolay mı unuttunuz? Biz sizleriz. Biz sizlerin içinde, hayvansal dürtüleriniz arasından çıkmak için yalvaran deliliğiz. Bizler her gece yataklarınızın altında saklanan canavarlarız."



----------------

Merhaba ben Fatma. 12 yaşındayım. Size başıma gelmiş bir olayı anlatacağım. Bu olayın hala etkisindeyim. Olayın üstünden bir sene geçmiş olmasına rağmen. Her neyse olaya geçeyim en iyisi.
Biz her yaz tatilinde ailemle köye gideriz. Anneannemler köydeler. Onlarda kalırız. Geçen yaz kuzenlerimle köydeydik. Anneannemler ve annemler bir düğüne gitmişti. Biz kuzenlerimle evde yanlız kalmıştık. Sohbet ediyorduk. Sonra en büyük kuzenim korku hikayesi anlattı. Sonra herkes sırayla korku hikayeleri anlattı. Konu korkudan açılınca biraz macera yaşayalım dedik. El fenerlerimizi alıp dışarıya çıktık. Düğün köyün öbür ucundaydı. O yüzden bizim sokak bomboştu bütün evler. Boş sokaklarda konuşa konuşa ilerledik. Evden epey uzaklaştık. Yüksek tepe gibi bir yere geldik. Aslında ben bayağı ürkmeye başlamıştım. Ama kuzenlerim çok rahattı.
Biraz daha yürüyünce bir sürü ağaç ve çalılığın olduğu bir tepeye geldik. Çalıları geçince karşımıza oldukça yıpranmış ve kocaman bir ev çıktı. Ben artık dönmemiz gerektiğini söyledim. En büyük kuzenim hadi şu eski eve girelim dedi. Herkes yeterince korkmuştu. Ama ısrar etti. Sonra kabul ettik. Eski eve gittik.
Kapı biraz zor açıldı. Ev çok tozluydu. Girişte kocaman ve upuzun bir kitablık vardı. Kitaplar hep kimya ve biyoloji ile ilgiliydi. Upuzun bir merdiven vardı. Yukarı çıkmak istedik. Ama yukarı kat çok karanlıktı. Korktuk ve yukarı çıkmadık. Sonra koltuklara oyurduk ve sohbete daldık. Sanki bu evde daha önce korkunç şeyler olmuş gibi korku hikayeleri uydurduk. Tam o sırada saatin çok geç olduğunu farkettik ve eve gitmek istedik. Ama kapılar açılmadı. O sırada ev sallanmaya başladı. Aşırı şiddetli bir deprem gibiydi. Evin içinde oraya buraya savrulduk ve yere düştük. Çok korkmuştuk. Ağlamaya başladık. Merdivenlere tutunduk. Sonra üst kattan çığlık ve ağlama sesleri gelmeye başladı. Sanki bir sürü küçük kız ağlıyor ve bağırıyordu. Yukarı kata doğru baktık. Hala karanlıktı. Ağlama ve çığlık sesleri öyle şiddetlendi ki birbirimizi duyamadık. Yukarı katta ağlayan ve bağıran kim olabilirdi? Hala ev sarsılıyordu. Biz hemen dua okumaya başladık. Sonra sarsıntı ve çığlıklar durdu biz hemen kapıya yöneldik. Kapı bu sefer kolayca açıldı.
Biz hemen evden kaçtık. Bir yandan ağlıyor bir yandan koşuyorduk. Sonra el fenerlerimizi o eski evde unuttuğumuzu hatırladık. Ama eski eve geri dönmek istemiyorduk. Biz tam durup düşünürken yatsı ezanı okunmaya başladı. Sanki içimize bir rahatlama gelmişti. Ezan okunurken daha güvende hissettik ve eve geri dönmeye karar verdik. Eve döndük. Yani kendi evimize. Ağladık ve sarıldık. Ne olduğunu anlayamamıştık.
Birkaç dakika sonra annemler düğünden döndü.Onlara olanları anlatmadık. Anlatsaydık neden çıktınız diye kızarlardı. Onlar  yukarı kata çıktı. Biz aşağı katta oturuyorduk. Kapı çaldı. Biz hemen kapıyı açtık. On on beş tane kız belki de daha fazla kapıda duruyordu. Hepsinde hastanelerdeki ameliyat hasta elbiselerinden vardı. Hepsi elinde el feneri tutuyordu. Ve yine hepsi aynı anda konuşarak ” Fenerlerinizi unuttunuz” dediler. Biz çığlık attık. Çok korkmuştuk. Anneannem yukarıdan geldi. Tövbe bismillah ne oldu dedi. Anneannem besmele çekince kızlar yok odu ve geriye el fenerleri kaldı ve yere düştü.
Biz bu olayı kolay atlatamadık ve asla unutamadık. Bizim tahminimize göre o evde bir cerrah oturuyordu. Çünkü kitaplığında biyoloji ve kimya kitapları vardı. O kızlar onun kötü davrandığı hastalarının ruhları olabilir.
Bunu asla unutamayacağım.


---------------------------------------


Merhaba arkadaşlar. Öncelikle bende herkes gibi ister inanın ister inanmayın cümlesi ile başlamak istiyorum. Yaşadığım olaylar kesinlikle gerçektir ne zaman aklıma gelse, ne zaman birine anlatsam tekrar yaşamışcasına korkarım gözlerim dolar..
Sene 2007 Bodrum da yaşıyoruz, liseden yeni mezun oldum yaz tatili. Okul yok iş yok tam bir ergenlik dönemi.
Bembeyaz bir kedim vardı. Her eve geldiğimde beni köpek gibi kapıda karşılar kendini sevdirirdi. Bir gün yine eve geldim kedim yine beni kapıda karşıladı, kendini sevdirdi. Bende onunla konuşuyorum tabi hoş buldum oğlum nasılsın ne yaptın vs gibi. 1 2 dk sevdikten sonra kapıyı tırmaladı (tuvaleti gelince her zaman yaptığı şeydir) bende açtım, çıktı gitti. Ayakkabılarımı çıkarıp salona girdim ve şok oldum az önce sevdiğim kedim salonda annemin kucağında oturuyordu. Annemde bana “sen kimle konuşuyorsun kapıda” diye sordu “eee kediyle” dedim. “Kedi 2 saattir benim kucağımda şaşırma” dedi bana. Olaylar bu şekilde başladı.
Ben bu olaydan sonra her gece kabuslar görerek uyanmaya başladım. Annemle bir kaç ay sonra başka bir eve taşındık daha küçük bir ev. Fakat ev felaket rutubetliydi ve benim odamda ki pencerenin dibinden dere geçiyordu. Neyse yerleştik her şey yolunda bir sıkıntı yok. Her gece saat 2.00 ile 2.30 arasında üzerime sanki dolap düşmüşcesine bir ağırlıkla uyanıp o ağırlığı üstümden atmaya çalışıyordum. (Sabah ezanına kadar sürüyordu bu durum). Bas bas bağırıyorum ama sesim çıkmıyor. Çırpınıyorum resmen o ağırlıktan kurtulmak için ama mümkün olmuyor. Dua etmeye çalışıyorum “Bis..” dememle kafam karışıyor bırakın duayı besmele çekmeyi unutuyorum. Yaklaşık 1 ay boyunca her gece bunu yaşadım artık uyumaya odama gitmeye korkar olmuştum. Her seferinde anneme anlattım her seferinde rüya görüyorsundur dedi. Daha çok kızıyordum neden inanmıyor diye. Belli bir süre sonra o kadar alıştım ki bu duruma ağırlığı hissedince korkmamaya rüyaymış gibi davranmaya başladım. Bir süre sonra bu durum kesildi artık gelmiyordu. Baya sevinmiştim kendi kendime ooh kurtuldum misali ve bu psikolojiden çıkınca unutuverdim bir an yaşadıklarımı. Yaklaşık 1 ay sonra yine sevgili kedimi aldım ve yatağıma girdim. 1 saat sonra falan tam uyumama yakın kedi salona gitti. Bende uyumaya devam ettim. Yaklaşık 10 dakika sonra penceremin çaldığını duydum. (ev giriş katta yatağımın bitimindeki duvarın tam arkasında dere var ve oraya birinin girmesi mümkün değil çok dar bir yer). Uyku sersemi amaaan rüzgardır yaprak falan çarpmıştır diye düşündüm uyumaya devam ettim. Tekrar pencere çaldı ki penceremde demir parmaklık var kedi gelmiştir kuyruğuyla vuruyordur diye düşündüm perdeyi yavaşça açtım açmaz olaydım bembeyaz bir surat parmaklığın içinden bana bakıyor. Göz burun ağız yok sadece surat. Yemin ederim tüylerim diken diken oldu yazarken. Perdeyi kapatmayla annemin yanına fırladım ağlaya ağlaya. Anlattım sadece kafa sallayarak beni dinledi annem. Gel yanıma yat burada uyu dedi. Anne bir şey demiyecekmisin artık diye sorduğumda. “Ben seni korkutmamak için bir şey söylemedim ama ben ablana hamileyken bana da musallat olmuslardı, baban ve babaannen de şahittir”. Dedi. Küçük cüceler her aksam karnımı severlerdi iyi huyluydular asla zarar vermediler diye bir başladı anlatmaya ben hüngür hüngür ağlıyorum tabi korkudan. İnanın 4 gün uyumadım korkudan en son artık uykuya yenik düşüp bayılmışım. O günden sonra hep salonda sesli ortamlarda uyudum. Bu durum geçti bitti..
Takii 2 ay sonrasına kadar . Ablamla beraber bir markete alışverişe. Gülüyoruz şakalar yapa yapa alışveriş yapıyoruz. Kasaya doğru ilerlerken bir adamla karşılaştım. Adam gözlerimin içine bakıyordu kızgın bir şekilde ablama döndüm, “tanıyor musun sen bu adamı?  bana çok kötü bakıyor,” derken adama baktım gözleri kıpkırmızı tek ayağı tersti resmen şeytan gibi gülerek  bakıyordu. Çığlık atmaya başladım ablam “ne adamı ne diyorsun”, diye soruyor, “görmüyor musun” diyorum görmüyor. İnsanlar bana bakıyor manyak gibi. O kadar kötü günlerdi ki bunların psikolojisini 4 senede atlattım.
Bir gün yine ablam, arkadaşım ve ben bir cafeye gittik. Yeni açılmıştı ilk defa gittik ve kimseyi tanımıyoruz. Cafenin sahibi bizzat ilgilendi bizle. Yarım saat sonra masaya geldi kötü bakışlarla, Özür dilerim rahatsız ediyorum ama sağ elinizi alabilir miyim dedi. Neden diye sormama kalmadı elimi ellerinin arasına aldı. Ben içimden “manyak mı bu” diyorum ablamla arkadaşım gülüyorlar falan. Adam 10 dakika sonra yaşadığım bütün bu olayları patır patır bana anlattı. “Siz bunları yaşamışsınız, çok kötü günler geçirmişsiniz.” Dedi. Ben ağlamaya başladım. “Evet” dedim. “Yalnız bitti sanıyorsunuz ama bitmemiş size erkek bir c.. musallat olmuş, ara ara kendini gösterip sizi dış ortamdan soyutluyor, sadece ona ait olmanızı istiyor, ve bu yüzden hiç bir ilişkiniz yolunda gitmiyor hep bitiyor.” Dedi. Hakikaten de öyleydi görmediğim zamanlar sevgilim oluyordu, gördüğüm zamanlar bitiyordu. Daha çok ağlamaya başladım kanım dondu. “Nasıl bilebilir yani beni tanımayan biri.” Diye sordum kendime. Sonra bu soruyu adama sordum. ” peki nasıl bildiniz? Bütün bu olanları” diye. Şaşırmıştım haliyle. “Hislerim çok güçlü ve ben hissediyorum sizdeki bu negatif enerjiyi aldım o yüzden konuşmak istedim.” Dedi. Bana orada muska gibi bir şey hazırladı “bunu hiç yanından ayırma kurtulacaksın.” Dedi. “Allah razı olsun.” Dedim. Hakikaten o gün bugündür bir şey görmüyorum. Allah bin kere razı olsun adını bile bilmediğim o adamdan.
Geriye kalan Psikopat gibi geçirdiğim 4 sene, korkularım ve bu tarz şeylere her ne kadar hatırlamak istemesem de kesinlikle inanıyor olmam…
Arkadaşlar bu tarz konularla dalga geçmeyin düşmanımın başına gelmesin hakikaten çok zor bir durum…



--------------------------------------------

Bir Ömürlük Cin Mevzusu


Yaşadıklarımı yazıya dökersem ne kadar uzun olacağını bilmiyorum bazı yerleri özet geçmeye çalışacağım çok uzun olmaması gerektiği belirtildiği için…
Yinede 15 sene süren başlarda rüya ile başlayıp daha sonra sesli ve fiziki işkenceye dönüp ardından yaşanılan bazı fiziki deneyimleri ne kadar kısa yollarla anlatırım bilemiyorum ve her defasında beni kurtaran ne olduklarını bilmediğim güven veren varlıklar…
Yazım yayınlanırsa uzunluğundan ne olur yakınmayın dileyen okumayabilir.
Her şey ufak yaşlarımdayken baslamıştı, ilk olanlar rüya hallerindeydiler rüya derken de aslında ilk rüyalarım kabuslarla başlamıştı. Yıllarca aynı mekanda kabusta uyanıp kara bulutumsu bir siluetten kaçmak zorundaydım. Hemen hemen her gece aynı bölgeden ama farklı yollardan kovalandığım için kaçıyordum, uzunca bir sure sürmüştü. Bu ufacık yaşta kaçmaktan sıkıldığım bir gece yakalanmaya karar vermiştim yorgundum on yaşlarındaydım, korkmaya alışmıştım aslında gerçekten istense yakalanabilirdim de galiba o kararı sadece ben vermiştim adımlarımı yavaşlattım durdum, arkama bile dönmedim bitmeliydi artık arkamdan bana doğru  geldiğini garip homurdanmasından anlıyordum içimi tekrar yitirdiğim korku kaplamaya başlamıştı bile. Gözlerimi kapadım, nerdeyse bitmek üzereydi ben sonu beklerken gök gürültüsü ve yırtılma sesiyle birlikte kapalı olan göz kapaklarımdan içine parlak bir ışık sızmaya başlamıştı çok güçlüydü yıllarca süren bu kaçışta ilk defa böyle bir şey olmuştu tam olarak benim yakalanmaya karar verdiğim gece gözlerimi açtığımda yükseklerden hızlıca inen beyaz ışıkla parlak şekilde büyükçe bir göz üstümüze doğru alçalıyordu bende sadece garip bir rahatlama vardı göz o bulutumsu varlığı sadece dokunarak tuz ile buz etmişti o rüya halini bir daha hiç yaşamadım..
Aylardır gerçekten rahat rahat uykularımı çekmeye başlamıştım bitmişti, aslında bittiğini sanıyordum taa ki bir gece yine uykumun en tatlı yerinde tanımadığım yabancı ve yüksek seslerle yüzümün hemen önünde ismim haykırılarak uyandırılmaya başlayana kadar. Başlarda ne olduğunu anlamamıştım ama çok sık oluyorlardı, devamında yataktan itilerek düşürülmeye yine ayaklarımdan aşağıya doğru çekilerek uyandırılmaya başlamıştım.
On iki yaşlarındaydım kime anlatsam inanırdı bilmiyorum aslında anlatmıyordum da sadece korkularımı kendi başıma içimde yaşıyordum bir kaç ay sonra geceleri yanıma gelen iki kişi tarafından uyandırılıp belli bir yere götürülmeye başlandım uyandığımda evde her şey normal gibiydi kendi evim kendi odamdı garip olan sadece iki kişi olduklarını hissettiğim ama göremediğim varlıklardı ve evin kapısından çıktığımızda bir kaç sene önce bulutumsu varlıktan devamlı kaçtığım bölgeye gelmemizdi aslında garip olan sadece onlarda değildi o ilk rüya hallerimde sıradan insanlar yoktu bu sefer onlarda vardı ben o iki kişinin koltuk altlarımdan tutularak yerden bir karış havada sürüklenerek götürülüyordum sadece sokakta o sıradan insanların yanından geçerken beni yere bırakarak kendim gidiyormusum izlenimi veriyorlardı her şey çok gerçekçiydi toprağın asvaltın çimenin kokusu rüzgarın saçlarımı uçuşturması bunlar ilk rüya hallerinde yoktu ve çok gerçekçiydiler hemen hemen her akşam kendi evimden kendi kapımdan başka bir diyara aynı yoldan götürülüyordum varacağımız yeri biliyor gibiydim eski köhne bir mezarlığa varmadan sürekli bir şekilde kendimi yatağımda kan ter içinde buluyordum götürülmediğim zamanlarda ise yüzümün önünde bağırılarak uyandırılmaya yataktan itilmeye çekilme devam ediyordum. Böyle bir hayat düşünün her gece insan bir yerden sonra alışıyor bile başka bir gece yine uyandırıldım ve bazen havada sürüklenerek bazen yürüyerek malum yere doğru yaklaşmaya başladık sanki belli bir çizgi varmışta o çizgiyi aşmışız gibi hissediyordum. Bu sefer çok yaklaşmıştım ama mekanın kasvetini dağıtan bir parlıklık vardı o gece orda… Yaklaştıkça onun beyaz parlak ışık saçan bir kadın silueti olduğunu gördüm o esnalarda yanımdakilerin ilk defa konuştuklarını duydum dili tarif edemem daha önce duymadığım bir  dil ve aksandaydılar biraz daha yaklaştıktan sonra kadın ellerini yere doğru açarak yaklaşmaya başladı yanımdakiler ise yüksek sesle homurdanarak beni fırlatarak uzaklaşmaya başladılar korkmuşlar mıydı, beni teslim mi etmişlerdi, bilmiyorum sadece memnuniyetsiz şekilde uzaklaşmış gibiydiler. Bilmiyorum benim tarifim bu. Tekrar yatağımdaydım fakat kan ter içinde değildim sadece garip bir rahatlama güven duygusuyla… Buda yıllarca sürse de artık bitmişti bir daha aynı durumda hiç olmadım.
Yinede bitmek bilmiyordu ismim hitap edilerek uyandırılmaya yatağımdan itilmeye çekilmeye tekrar başlamıştım bile. Üstelik artık gündüzleri de sürekli takip ediliyor hissi duymaya başlamıştım çünkü sürekli arkamdan çakıl taşı yuvarlanması sesleri duymaya başlamıştım, hani taşı görür ve vurursunuz da beş on metre yuvarlanır ve sekme sesi çıkar ya aynen o şekilde psikolojimi yitirmek üzereydim çoğu gece uykuya dalmaya korkar olmuştum  uyuyamadığım geceler karanlık odamda acaba buradalar mı? diye düşünürken ayaklarımdan yukarıya doğru tırmanmaya başladıklarını hissediyordum bunlar olurken çoktan beş altı sene geçmişti bile, o korkularla geceleri sigara içip tv izleyerek uyumamaya çalışıyordum. Çünkü artık aklım başıma gelmiş neyle karşı karşıya olduğu anlamaya başlamıştım başımdan geçenleri kulaktan dolma bilgilerle araştırırken adres hep cinlere çıkıyordu…
Bir gece yine rüya halimde kendi odamdaydım yanımda annem vardı,  bana yaptın mı? oğlum dedi ne olduğunu bilmiyorum bile ama yapmadığımı söyledim niye oğlum dedi bilmiyorum yapmamıştım, işte bir anda dizlerimin bağı çözüldü sanki kendimi dizlerimin üstünde bulmuştum ayağa kalkamıyordum annem ben sana söylemiştim oğlum deyip odadan çıktı bir anda göremediğim bir varlık beni boğazımdan yakaladığı gibi kaldırıp duvara yasladı, saçlarımın tavana değdiğini hissedebiliyordum yine aynı tanımadığım bir dilde yüksek sesle bağırmaya başlamıştı göğsümde ve boynumda müthiş bir baskı vardı, resmen canım yanıyordu, nefesini yüzümde hissedebiliyordum bir yandan keşke ne dediğini anlasam da karşılık verebilsem diye düşünürken bir yandan da bildiğim duaları okumaya çalışıyordum ama bir türlü bitmek bilmiyordu bu bağırış. Sonra diğer odadan Kur’an-ı Kerim okuyan bir kadının sesi gelmeye başladı ne okuduğunu bilmiyorum nasıl yaptığımı da bilmiyorum ama ona bilmediğim halde eşlik etmeye başladım yine o homurdanış ve hissettiğim tiksintiyle yere fırlatıldım ve varlığın evden gittiğini anladım sabah uyandığımda içim tekrar ürperdi, ilk aklıma o rüya gelmişti. Lavaboya gittim yüzümü yıkarken boynumdaki kızarıklıkları ve yer yer morlukları gördüm, resmen kendi halime üzülmüştüm, yorulmuştum, artık tükenmiştim yine de bitmek bilmiyordu, işte, yataktan itmeler bağırışlar çağırışlar devam ediyorlardı…
Yıllar hızlıca geçse de benim için değişen bir şey olmuyordu bu tür şeyleri çoğu geceler yaşamaya devam ediyordum. Keşke hepsini yazabilsem ama çok uzatmamalıyım o yüzden etkilendiğim bazılarını yazmak zorundayım…
Yine başka bir gece bizim köy evindeydik ertesi gün Ramazan Bayramıydı dedemler ve halamlar burda olduğu için gelmiştik bizde.  Gece herkes odalarına dağılıp uyumaya başlamıştı bile benim odamın ışığı hala açık boş boş tavanı izleyip yarın eski arkadaşlarımı bulup neler yapacağımızı düşünüyordum sonra bir anda ev telefonu çalmaya başlamıştı belki çoktan uykuya dalmıştım, bilmiyorum, ama evde telefon olmadığını hatırladım, zaten bir anda da o ses sustu fakat bu sefer kendi cep telefonum çalmaya başlamıştı. Numara yoktu sadece kullandığım telefonun kendi sesi. Açmadım, açamadım bir şeyler sezmiştim. Çünkü oda sustu, kapı çalmaya başladı, açan olur diye odadan çıkmadım bile öylece beklerken odanın kapısı açıldı içeriye tanımadığım birisi girdi biraz rahatlamıştım aslında normal insandı  neticede yinede farklı psikopat bir havası vardı, bir anda yerimden kalktım ve ona vurdum bunu neden ve nasıl yaptım bilmiyorum, yapmaz olaydım, galiba ilk defa onları kendi öz halleriyle görmüştüm. Şekil değiştirdi ve olabilecek en korkunç hale gelmişti. İddia ediyorum onu gören çoğu insan aklını kaçırabilirdi, insanlarla aynı dünyada olmaması gereken bir yaratıktı, yine aynı dille yüksek sesle bağırarak odanın bir köşesinden diğer köşesine ve duvarlarına sıçrayarak bana bağırmaya başlamıştı. Kendimi yere bıraktım dizlerimin üstüne çöktüm ve gerçekten bitirip gitmesini bekliyordum, göğsüm korkudan parçalanmak üzereydi, öylede oldu. Çıktı gitti sabah uyandığımda dudaklarımın etrafı komple uçuk kaplamıştı. İlk defa anneme yaşadıklarımı anlattım, bir tarafın açıkta kalmış senin dedi, çok üstünde durmadı bende kızıp daha fazla üstelemedim zaten  sabah bayram namazı kılındı bayramlaşıldı, kahvaltı yapıldıktan sonra evden çıktım arkadaşlara buluşup akşama kadar eve girmedim. Akşam eve geldiğimde annem olayları tekrar anlatmamı söyledi bende bir bir anlattım ben duymadım bir şey bilmiyorum ama deden odasında bütün gece bir şeyler duymuş, sabah sen gidince bize duyup duymadığımızı sordu, dedi evet dedem her şeyi duymuş işitmişti tek şahidimdi belki de neye şahit olduğunu bilmese de…
………………
Uyandırılmalarım itilmelerim çekilmelerim kasık ağrılarım devam ederken bir gece yine iki kişi tarafından uyandırıldım kalktım giyindim onlarda sakin şekilde beklediler yine o tanıdık yerlerden geçip boş bir araziye vardık orda bekleyenlerle birlikte on beş kişi civarındaydılar beni kendi oluşturdukları bir halkanın içine almışlardı. İçlerinden birisi belinin arkasından bayağı eski gözüken bej sarı renkte bir rulo kağıt çıkardı. İki kişi tekrar yanıma gelip kollarıma girdiler devamında elinde kağıdı olan o bilmediğim dille yavaş yavaş yazıları okumaya başladı, sonuna geldiğinde göğsümden içeri on yaşlarımdayken sürekli kaçtığım bulutumsu siyah varlıktan bir parça soktular. Uyandığımda gün içinde hayatımın en kötü günlerinden birindeydim hiç bir şeyden keyif almıyor, resmen her şeyden nefret ediyordum, buna kendimde dahil günü bir şekilde bitirmiştim. Gece tekrar yatağıma yatıp erken uyumak istedim uyudum da boş bir sokakta uyandım, anlamıştım yine bir şeyler olacaktı. Kendi kendime küfür bile etmiştim o durum için, derken sokağın başında yedi kişi belirdi  yaklaşmaya başladıklarında normal olmayan şeyler hissetmeye başladım korktuğum gibi olmadı güven ve rahatlama çok iyi geldi bana. Yanıma ulaştıklarında bayağı kısa boylu olduklarını gördüm. Biri kolumu, diğeri sırtımı sıvazladı, yanımda olduklarını güven vermek istediklerini belirtircesine, içimdeki kara varlığı sokup aldıktan sonra aynı boyutlarda beyaz parlak olanını soktular, o esnada gökyüzüne baktım atmosfer yokmuşçasına gök cisimlerini gezegenleri olduğu renklerde ve burnumun ucundaymışcasına yakın görüyordum içimde de müthiş bir coşku vardı daha sonra kafamı hemen yanımdaki ağaca çevirdim dallarından birinde küçük, minicik bir böcek yürüyordu. Ayak seslerini duyabiliyordum ondan iyisi o seslerin havada yayılışındaki ses dalgalarını dahi görebiliyordum. Çok mutluydum önüme baktığımda yanımda kimse yoktu gitmişlerdi, o gün müthiş bir sabaha uyanmıştım her şey çok güzeldi, her şeyin bittiğini bir şekilde anlamış gibiydim ve haklıydım da her şey bitmişti şu an yirmi yedi yaşımdayım yıllardır öyle bir olay yaşamadım duymadım sadece bir gece uyanıp gözlerimi araladığımda hemen yanı başımda duran birisini görmüştüm, uyandığımı fark edip kafasını bana doğru eğdi ve verdiği güvenle tekrar uykuma daldım artık her şey çok güzel ve normal…

---------------------------

Annemin Başından Geçen Korkunç Olay


Merhabalar arkadaşlar öncelikle size anlatacağım olay tamamıyla gerçek yaşanmış bir olaydır ismim Ramazan aslen İzmirliyim. Ben 6  yaşındayken Bergama’ya taşındık ben annem ablam ve babam olmak üzere ailede 4 kişiydik. Oturduğumuz evler kiraydı ve bir gün bir eve taşındık işte ne olduysa o eve taşındıktan sonra oldu. O eve taşındığımızda 9 yaşındaydım, küçük şirin bahçeli bir evimiz vardı, ev sahipleri orada otururken muskayla oturuyorlarmış tabi bizimde haberimiz yoktu bu durumdan.
Bir gün gece uyurken bahçede ayak sesleriyle uyandım ne olduğunu anlamak için camdan baktığımda sesler kesildi ve kimse yoktu, kafamı tekrar yastığa koyduğumda yine aynı sesleri duydum çok korkmuştum. Yorganın altına saklandım korkumdan. Bu olay her gece devam etti, tam sabah ezanı okunurken sesler kesiliyordu. Olayı anneanneme anlattım anneannem İzmir’den ziyaretimize gelmişti, bu arada anneannem hacıdır anneannem hiç korkma dedi ve bana kendi yazdığı selavat ı şerif duasını verdi ondan sonra hiç korkmamıştım. Ramazan ayı idi, gece sahura kalkmıştık annem sofra bezini verdi çırpmam için, bahçede bir arsa vardı boş, her zaman oraya çırpardık, tavuklarımız vardı ekmek kırıntılarını yerlerdi tam sofra bezini çırpacakken birden ortalık bembeyaz bir ışık oldu, inanın yazarken dahi tüylerim diken diken oluyor. Hemen ordan koşarak annemin yanına gittim, anneme olayı anlattım annemle birlikte tekrar bahçeye çıktık. O ışığı annemde gördü hemen babamı kaldırdık ama babam kalktığında hiç bişey yoktu.
Neyse bu olaydan günler sonra bir gün gezmeye gittik her tarafı topladık evden çıktık eve geldiğimizde her taraf dağılmıştı eve hırsız girdi sandık önce ama annemin altınları dahi duruyordu eve giren hırsız değildi. Bunlar bizim yaşadıklarımız.
Annemin yaşadığı olay ise şöyle başlıyor;
15 tatildi ben anneannemin yanına İzmir’e geldim bir gün babamla ablam hastaneye gitmek için evden çıkarken annemde üzerimden kapıyı kilitleyin gidin demiş köy evlerini bilirsiniz hepsi asma kilittir genelde, babamda asma kilit ile kapıyı kilitlemiş, gitmişler annem uyanınca yatağın içine oturmuş tam kalkacakken karşısında iki tane Arap belirmiş ellerinde bi tane tabut varmış gir şu tabutun içine demişler annem can havliyle hemen dışarıya fırlamış bakmış kapı kilitli hemen tekrar içeriye girip çekmeceden yedek anahtarı alıyorum diye tığ almış kapıyı açmaya çalışırken yanında bi tane yaşlı bir dede belirmiş, dur kızım ben sana yardım edeyim demiş ve içeriden anahtarı alıp gelmiş kapıyı açmış sonra Bergama’nın çıkışına kadar beraber gitmişler orada bir tanıdık annemi görmüş evine almış bu arada babamla ablamın aramadığı yer kalmamış annem yok en son o tanıdık babamın aklına gelmiş  ve oraya gitmiş, bakmış annem orada Ayşe hadi evimize gidelim demiş annem sen kimsin ben gelmem diye babamı terslemiş babamda Bergamanın mahmudiye köyünde bir hoca varmış oraya gitmiş. Derin hocaymış Allah ondan razı olsun daha babam hocanın yanına gider gitmez hoca Kitabı açmış ve babama demiş ki karını bir daha o eve sokarsan ölümüne sebep olursun o ev sahipli orada periler ve cinler yaşıyor sakın karını oraya sokma demiş ve Kur’an-ı Kerim’den sureler okumuş ve babama  okunmuş bir meyve suyu vermiş. Bunu karına içir demiş ertesi gün babam annemi İzmir’e anneannemin yanına getirdi ben çocuğum tabi hoşgeldin annecim diye boynuna sarıldım annem elinin tersiyle beni itti sen kimsin çekil diye inanın o anı ölsem unutmam halbuki annem bizler için canını verir ama o an şuur gitmişti. O gün anneannem Bismillahirrahmanirrahim demesini söyledi anneme, annem söyleyemedi anneannemde açtı kitapları Felak, Nas ve Ayetel Kürsi dualarını okumaya başladı.
Anneannem okuduğu sıra annem yeter okuma her tarafım kan içinbde kaldı diyordu habuki ortada kan man yoktu anneannem okurken sağ eli geriye doğru kıvrılmaya başladı çenesi kaydı bir an ablamla ben korkudan birbirimize sarıldık ağlıyorduk sonrasında annem bayıldı babam annemi ayıltıncada çok şükür zamanla herşey normale döndü rabbim kimseye yaşatmasın çok kötü bir olay şu an 31 yaşındayım aradan 22 sene geçmesine rağmen annemde hala esri oluyor zamanla siz siz olun oturduğunuz evlere dikkat edin
--------------

Bataklıkta Uyanan Genç 


1985-1986 yıllarıydı. Pazarcılık yapan bir arkadaşımın başından enteresan bir olay geçmiş. Arkadaşım, bir akşam üstü evinde otururken kapı çalınıyor. Bir arkadaşı ağabeyinin askerden gelmek üzere olduğunu ve birlikte karşılamaya gitmek istediğini söylüyor. Arkadaşım da hazırlanarak iniyor ve birlikte yola çıkıyorlar. O zaman yan tarafı bataklık olan bir yol vardı. Yolda ağabeyinden bahsediyorlar. Adam, "Burası daha kestirme..." diye onu bir başka yola çekiyor. Tam o sırada akşam ezanı okunmaya başlayınca adam kayboluyor. Arkadaşım uyanıyor, kendini dizlerine kadar bataklığın içinde buluyor, çok korkuyor. Doktorlara, cinci hocalara gitti. Üç-dört ay kadar tedavi gördü. 










Cin Kılığına Girmiş Bir Keçi Gördünüz mü? 


Olay, bir köyde geçiyor. Köylünün biri, sabaha doğru bir işini halletmek üzere at arabasıyla komşu köye gidiyor. İşini halledip köye dönerken yolda meleyen bir keçiye rastlıyor. 'Herhalde köydeki birine aittir, kaçmıştır' diyerek arabasının arkasına alıyor. Bu arada enteresan bir gelişme oluyor. At, bir türlü gitmiyor. Dehliyor, kırbaçlıyor, ama at bir adım dahi atmıyor. Aklına birden keçi geliyor adamın. Arkasına döndüğünde keçinin kıpkırmızı ve ışıldayan gözleriyle karşılaşıyor. Hemen dua okuyor, can havliyle keçiye bir tekme atarak yere düşürüyor. Keçi düştükten sonra at zembereğinden boşalmış yay gibi yerinden fırlıyor. Adam kendini eve zor atıyor. Ertesi gün köylüler olayın olduğu yere gidiyorlar. Tekerlek izleri keçinin alındığı yere kadar normalken, arabaya alındığı yerde derin tekerlek izleri olduğunu görüyorlar ve sonra yine normal tekerlek izleri... Adam, o gün bugündür, yanına kimseyi almadan köy dışına çıkmıyor. 

Cinlere Namaz Kıldıran İmam 


Tokat'ın bir Kazasında anlatılan bir hikaye halk arasında cinlerin görünebilir olduklarına bir örnek olarak anlatılıyor. Hikaye şöyledir: Ulucami imamı, bir sabah namazını kıldıktan sonra dua etmek için arkasını döndüğünde hiç tanımadığı bir grup tuhaf insanla karşılaşır. Alnından soğuk terler akan imam, cesaretini toplayarak, onlara kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini sorar. Aralarından biri hocaya, "Biz Oğlan Deresi'nde yaşayan Müslüman cinleriz. Oğlan Deresi'nden Güvercinlik Çalı'na gelin götürüyoruz. Geçerken, sabah ezanı okunduğunu duyunca namaz kılmak için camiye geldik." diyor. Oğlan Deresi ve Güvercinlik Çalı. cinlerin yaşadığına inanılan iki yerdir. 

Çoban Köpeği 


Akrabamın anlattığına göre çobanın biri varmış. Bu adam, geçimini yetiştirdiği koyunlardan sağlıyormuş. Tabii bu adamın 
bir de köpeği varmış. Koyunlara bekçilik eden bu köpek, koyunları sabah çıkarıp otlatmaya götürüyormuş. Akşam olunca da eve getiriyormuş. Adam, köpeğinden çok memnunmuş. Adamın bir tek merak ettiği birşey varmış, o da köpeğinin koyunları akşam eve getirdikten sonra yemeğini bitirip ortadan kayboluşuymuş. Adam, en sonunda şüphelenip köpeği takip etmeğe karar vermiş ve ertesi gün adam, köpeği koyunları eve getirdikten sonra yemeğini vermiş ve izlemeğe başlamış. Köpek, yemeği bittikten sonra ormana doğru gitmeye başlamış. Adam, takip ederken köpeği gözden kaçırmış. Ertesi gün yine takip etmiş, bu sefer daha yakın olarak. Köpek, uzak bir yol aldıktan sonra bir mağaraya girmiş. Adam dayanamayıp arkasından mağaraya girmiş ve ne görsün: cinler! Köpeğine, "Hoşgeldinnn kara oğlannn!" dediklerini duymuş. Adam, hemen oradan kaçmış. Ertesi gün, köpek koyunları otlatmaya geldiğinde adam, köpeğe "Hoşgeldin kara oğlan." dediğinde, köpek deliler gibi koşmaya başlamış ve bir daha geriye dönmemiş. 

Çöl Cini 


Arkadaşlar, bu anlatacağım hikaye bir kitaptan alıntıdır. Sizi temin ederim ki gerçektir.... Bir tüccar gurubu, mallarını satmak için develerle çölü geçmekteydiler. Vakit akşam olunca çölün aşağı yamaçlarında bir yerde konaklamaya karar verdiler ve çadırlarını kurdular. Çölü iyi bildiklerinden nerde konaklayacaklarını ve nerede su olduğunuda iyi biliyorlardı. İçlerinden biri, arkadaşlarına dönerek, "Şu tepenin arkasında su var. Ben, biraz su alıp geliyorum." diyerek aralarından ayrıldı. Aradan belli bir süre geçti ki ne gelen var ne giden. İçlerinden bir diğeri, "Ben ona bakmaya gidiyorum. Başına bir iş gelmiş olmasın." diyerek tepeyi aştı ve gözden kayboldu. Bir süre sonra o da geri dönmeyince, diğerleri de gittiler; fakat giden geri dönmüyordu. En sonunda kervanda bulunan genç ve güçlü bir tanesi, yanına kılıcını ve bir arkadaşını alarak tepeyi aştı. Arkadaşı, ''Aman Ya Rabbi!'' dedi. ''Bir kadın var çırılçıplak ve çok güzel. Bizim arkadaşlar da orada eğleniyorlar. Ben de yanlarına gidiyorum.'' dedi ve hızla güzel kadının yanına koştu. Genç ve güçlü olan onun peşinden ağır adımlarla gidiyor ve onu engellemeye çalışıyordu. Adam, kızın yanına vardığında herkesin parçalanmış ve organlarının etrafa saçılmış olduğunu gördü. O güzel, çıplak bayan da baş uçlarında oturuyor ve cesetlerini kemiriyordu. Adam, öyle korkmuştu ki bir anda dizlerinin üzerine düştü. Bunu farkeden kız, arkasını döndü. Ağzının kenarları kanlı, gözleri ateş kızılıydı. Tırnakları ise bir deveninki gibiydi.. Uzun saçları adamı ensesinden kavradı ve bir hamlede eliyle ciğerini söküp yanına bıraktı.. Kuvvetli olan, bu vahşet sahnesi karşısında sanki kılıcını kaldıramaz duruma gelmişti.. Sonra kız, gözlerini ona dikti. Ayakları yere basmıyor ve inanılmaz hızlı hareket ediyordu. Yaşadığı şoktan eli ayağı tutmaz duruma gelen genç, son söz olarak kendisine yaklaşan cine karşı Allah'a dua etti. Elinde birdenbire bir dua belirdi.. Genç, hızla duayı okudu. Duayı okumasıyla birlikte gökten bir yıldırım indi. Kıza öyle bir çarptı ki; kız, avret yeriden alnının çatısına kadar yarıldı.. Genç, şok içerisinde kervana döndü ve elindeki kağıtta yazan duayı kervancıbaşına gösterdi. Olan biten herşeyi de anlattı. Kervancıbaşı, pek dini bütün bir insandı.. Çöl cinlerini de duymuş olacaktı; ama inancı ve bilgisi zayıf gencin ona sorduğu soru farklıydı.. "Ey kervancıbaşı, bu dua nedir neyin nesidir?" Kervancıbaşı, duayı görünce gözleri faltaşı gibi açılıverdi.. "Ey genç insan, işte kasların ve gençliğinin yetmediği bu hususta sana yardımcı olan dua, bir Kur'an ayetidir. Bu, Bakara Suresi 255'nci ayettir. Yani Ayet El Kürsi...!" 

Flaşı Patlatan Genci Cin Çarpıyor 


Geçtiğimiz günlerde Web sitelerinde dolaşan bir Cin resmiyle karşılaşanlar şaşkınlığa düştüler. Bu bir şaka mıydı yoksa gerçek miydi? Cin resmini yayınlayan dergiye göre olay şöyle gelişti: Birleşik Arap Emirlikleri'nde tatil yapan bir grup Suriyeli genç, kamp kurdukları bir dağın eteğinde duydukları ürkütücü bir ses üzerine gittikleri mağarada Cin olduğunu sandıklan esrarengiz bir varlıkla karşılaştılar. Gençler, mağaranın kapısında rastladıkları yaşlı adamın. "Bu ses, şeytani bir cinin sesidir ve o, bu mağarada yaşıyor, mağaraya girmeyin!" uyarısını dinlemeyerek mağaraya giriyorlar. Mağarada dolaşan meraklı gençlerden biri. önünü görmek için fOtoğraf makinesinin flaşına basmasıyla birlikte yere yığılıyor. Korku ve panik içerisinde dışarıya fırlayan arkadaşları polise haber veriyorlar. Mağaraya giden polis, gencin cesediyle karşılaşıyor. Daha sonra gencin ölüm nedeni 'kalb durması" olarak kayıtlara geçiyor. Ancak, gencin makinesinden çıkan filmde ilginç bir görüntü bulunuyor. Fotoğraf, web sitelerinde dolaşıma açılan "Cin"di. Pakistan'da okuyan bir grup Türk öğrenci, olayı yaşayan öğrencilerle karşılaştıklarını, öğrencilerin olayı doğruladıktarını, Amerika ve Avrupa'da laboratuvarlarda incelenen fotoğrafın montaj ya da başka bir teknik hileyle gerçekleştirildiğinin kanıtlanmadığını anlattıklarını aktardılar. Dört yıl önce bir mağarada bir can feda edilerek çekilen bu esrarengiz fotoğraf, cinlerin varlığı ve resmedilebilir varlıklar olup olmadığı konusunu yeniden tartışmaya açtı. 

Gece Ormanda 


Yaşlı bir kadın, hava karardıktan sonra misafir olarak gittiği köyden kendi köyüne gitmek üzere yola cıkmış. Ormanda tanımadığı başka bir kadınla karşılaşmış. Esrarengiz kadın, yaşlı kadına, aç olup olmadığını sormuş. Yaşlı kadın, aç olduğunu soylemis. Bunun üzerine esrarengiz kadın, ormanda bir kutlama olduğunu ve istiyorsa gelebileceğini söylemis. Yaşlı kadın da kabul etmiş ve beraber ormanın içine dogru ilerlemeye baslamışlar. Kutlama yerine geldiklerinde, ortada büyük bir ateş ve bir sürü yemek varmış. Yaşlı kadını baş köşeye oturtmuşlar ve ona yemek ikram etmişler. Kadın, yemeği yemeden önce besmele çekmiş ve sonra etrafına baktığında herkesin yok olduğunu, büyük ateşin yerinde küller oldugunu görmüş. 

Gözümüzdeki Perde 


Başımdan geçen ilginç bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir gece rüyamda beyaz saçlı bir kadın, "Seni oglumla evlendirecegim." dedi ve gitti. Ben de uyandım, umursamadım; ama daha sonra bu rüyayı defalarca üst üste görünce korkmaya ve endişelenmeye başladım. Her gözümü kapattıgımda, o kadın geliyor ve "Seni oğlumla evlendireceğim." diyor ve gidiyordu. Ben, çok korkmuştum artık anneme babama anlattım. Babam da ''Benim tanıdığım bir hoca var, ona sorarım.'' dedi. Sonra babam sormuş, hoca da, ''Kızınla evlenmek istiyorlar.'' demiş. Babam, "Kim evlenmek istiyor kızımla?" diye sorunca hoca da, ''Bunların kim olduğunu sana söyleyemem. Söylersem, beni bu gece dövmeye gelirler.'' demiş. Babam, bunu bana anlatınca korkum daha da arttı. "Neler oluyor!" diye soruyordum kendime. Sonra, bir gece rüyama o kadın geldi ve yine ''Seni oğlumla evlendireceğim.'' dedi. Sonra oğlu geldi, ''Bak, oğlum budur.'' dedi. Ben, oğlunu görünce, rüyamda ağlamaya başladım ve yine uyandım. Kalktım, babama anlattım. Babam da, ''Bu böyle olmaz, ben yine hocaya sorayım.'' dedi. Sonra hocaya sormuş. Hoca da, ''Kızını yanıma getir.'' demiş. Neyse, babamla yanına gittik. Eline bir kağıt aldı ve ''Bu kagıda iyice bak; ama gözünü bir yere dik ve oraya dikkatlice bak.'' dedi. Ben de baktım ve o beyaz saçlı kadını gördüm. Hoca: ''Gördüğün kadın bu mu?'' dedi. ''Evet'' dedim. Sonra hoca kağıdı aldı ve yırttı. ''Bu kadın kim?'' dedim. Hoca, ''Zamanı gelince söyleyeceğim.'' dedi. Bir ay kadar sonra dayımın oğlu beni istemeye geldi, beni dayımın oğluyla nişanladılar. Sonra yine rüyamda o kadın geldi. Bana, ''Sen evlenemezsin, sen oğlumunsun.'' dedi ve elimdeki nişan yüzüğünü çıkarttı. Uyandığımda yüzük elimdeydi. Sakinleşmeye çalıştım. Aradan bir ay geçti ve nişan bozuldu; çünkü dayımın oğlu, yani nişanlım trafik kazasında öldü. Kazadan altı aya yakın zaman geçti, herşey düzene girmeye başlamıştı ki yine o rüyalar başladı. Ben de gece yatağıma geldiğimde rüyamda o kadının geleceğini, aynı sözleri söyleyecegini biliyordum. Yatağıma uzandım, gözümü kapattım. ''Gel oğlunla evlenmeyi kabul ediyorum.'' dedim. Daha fazla dayanamayacaktım. Sonra uyudum ve kadın geldi. Bana ''Senin göz perdeni kaldıracağım ve bizi tam olarak göreceksin.'' dedi. Elini gözlerimin üzerinde gezdirdi. Olanları babama anlattım ve tekrar hocaya gittik. Hoca bana, ''Kızım, sana cinlerin rüzgarı değmiş ve senle evlenmek istiyorlar.'' dedi. Dua etti ve bana muska verdi. ''Boynunda taşı.'' dedi. Gece yatmak için odama gittim. Tam yatağıma uzandım, tepemde bir bayan gördüm, yataktan fırlayarak kalktım. Bana, ''Korkma, ben boynunda taşıdığın muskanın için burdayım.'' dedi. Ne kadar dua etsem de gitmedi. Olanları babama anlattım, babam da hemen hocaya gitti. Hoca, olanlara şaşırmış. Benim hiçbir şey görmemem gerektiğini söylemiş. O bayanı her zaman görmeye başlamıştım ama eskisi kadar korkmuyordum. Rüyalarımda rahatım artık. Beş ay geçti ve ben bunları yazıyorum. Bunları yazarken bile o bayanı görüyorum. 

Hiç Ayakları Ters İnsan Gördünüz mü? 


Edirnekapı Erkek Öğrenci Yurdu'nda kalan bir öğrenci sabah erken saatlerde hamama gidiyor. Hamamda birkaç kişi yıkanıyor. Çocuk, bir süre sonra çevresine bakıyor, kimse kalmamış; ama yan taraftaki bolümden hâlâ gürültüler geliyor. "Hamamın kapanmasına daha var demek ki." diyerek yıkanmaya devam ediyor. Yan taraftaki gürültüler giderek artınca merak edip bakıyor. Gördüğü manzara karşısında çocuğun aklı başından gidiyor. Sekiz-on kadar tuhaf adam, birbirlerine su serperek, eğleniyorlar. Adamların ayakları ise ters. Çocuk, korkuyla hamamdan kaçıp merdivenlere yöneliyor. İkinci katın merdivenlerinde düşüyor. Üç kişi, çocuğu kaldınp, "Ne oldu?" diye soruyorlar. O da hamamda gördüğü tuhaf adamlardan söz ediyor. "Hepsinin de ayaklan tersti." diyor. Bunun üzerine üç kişi birbirine bakıyor ve gülümseyerek, "Nasıl yani, bizimkiler gibi mi?" diye ayaklarını gösteriyorlar. Çocuk, o gün apar topar yurttan ayrılıyor. 

Mezarın Üstündeki Tuvalet 


Şimdi, şehrin birinde bir ev varmıs. Ev sahibi, kiralık baska yerde yaşarmış; yani o evde yaşamıyomuş. Ev, dışardan bakılınca cok güzelmiş. Her zaman çorap değistirir gibi evden de kiracı değişirmiş. Evin sahibi, sorar kıracılara, "Neden gidiyorsunuz efendim? Evimi mi beğenmediniz yoksa rahatsız eden birilerimi var?" Kiracılar, "Yok efendim, ev güzel de işte, evde huzur yok." demişler. Ev sahibi, "Nasıl yani huzur?" demis. "Evde birilerı dolasıyor. Geceyarıları ilginç giden birşey var. Tuvaletten falan acayip acayip sesler geliyor." demişler. Ev sahibi, anlamamış. "Nasıl yani?" demiş. Onlar da, git kendi gözünle gör." der. Ev sahibi, birgün gider bakar, birşey yok. İki gün gider bakar, birşey yok. Anlayamamıs durumu. Sonrasında bir kiracı daha gelir eve. Anlaşırlar ev sahibiyle, tamam der. Ama ev sahibi, önceki olan olayları söylemez. kiracı da hocaymış. Yani, din hakkında bilgisi çokmuş. Gece olur, hoca yatağa yatar. Uykuya dalar. Geceyarısı, acayip sesler duyar. Uyanır, çıkar bakar, ses tuvaletten gelırmiş. Hoca, tuvalete dogru gıderken orda bir adam çıkar karşısına. Hoca, tabii korkmaz. Hocaya sadece şu kelimeyi söyler: "Mezarımın üstünden tuvaleti kaldırın." "Ne tuvaleti, ne mezarı?" derken, adam kaybolur. Hoca, düşünür ve tuvaletin altında mezar olduğunu anlar ve yarına tuvaletı oradan kaldırır. Artık huzur, yerini bulmuştur. 

Nasıl, Böyle mi? 


Daha o zamanlar, fazla korkmazdım cin hikayelerinden. Yanılmıyorsam orta ikinci sınıftayım. Hep olur ya hani, yurtta anlatılır özellikle gece yarılarından sonra. Bizi de uyku tutmamıştı o gün. Herkes bildiğini anlatıyordu. Geceleri bizim yurt çok sessiz olurdu… Bir tıkırtı. Ürpermiştim. Anlatılan hikaye şöyleydi: Bir çocuk, zemin katta banyo yapar ve birini görür. Gördüğü kimseye yurtta daha önce hiç rastlamamıştır. Selam vermek istemiştir ama o da ne?? Arkadaşının bacakları tersti. Bildiğine göre cinler, insan kılığına girdiği zaman bacakları ters olur. O korkuyla merdivenlerden avazı çıktığı kadar bağırarak hocam hocam diyerek koşar ve hocayı bulur. der ki ‘Hocam, hocam…’ ‘Evladım, ne oldu niye bu kadar telaşlısın?’ ‘ Hocam, aşağıda ayakları ters olan birini gördüm.’ Hoca, hiç tavrını bozmaz ve soğuk bir sesle öğrenciye dönerek ‘nasıl böyle mi?’ (hocanın ayakları terstir.) 

Oğlak Olayı 


Küçükken Kıbrıs'ta idim. Bir gece teyzemlerde kaliyordum. Evin yanında koyunlar için bir ahır vardı. Gece, ''mee mee'' sesiyle uyandık. Teyzem, diğer teyzeme koyunlardan birinin dışarıda oldugunu soyledi. O da "Sakın bakma ona, kapat pencereyi!" dedi. Sonra ne konustular bilemiyorum; ama sabah olduğunda "Oglaktı o!" filan diyordu. Çok iyi bilirim, eskiden Kıbrıs'ta oğlak olayları cok olurdu. Yani bu ismi nerden bulup da koymuslarsa... 
Dip notta verilen bilgiye göre, bu oğlak yada koyun kılığına giren cinmiş. Buna benzer bir olayı ben de duymuştum. 

Samsun'daki Esrârengiz Olay 


Samsun Orman İşletme civarındaki derenin yanında mağara vardır. Orda başımıza çok acayip bir olay geldi. 3 kişiydik. Bir müddet geçtikten sonra, arkadaşım Serkan mağaranın girişinde uçuşan ışıklar gördüğünü söyledi. Mağaranın içinden sesler gelmeye başladı. Arkadaşım Hakan hiç tereddüt etmeden mağaraya girdi. Hava iyice karardı ve yatsı ezanı okundu. 
Hakan mağaranın içinde çakmak yakarak biraz da olsa etrafı aydınlattı. Daha sonra Hakan mağaradan çığlıklar atarak, ''Kaçın, çabuk kaçın!'' diyerek çıktı. On metre gidip durdu ve bana, ''Ömer, mağaranın içine ışık tut!'' dedi. Ben, Serkan'la beraber yaklaşıp çakmağı yaktım. Birdenbire iri yapılı, beyazımsı bir varlık bize doğru yürümeye başladı. Beyazımsı varlık üzerimize bizim hızımızda geliyordu. Ne yaklaşıyordu ne de uzaklaşıyordu. Ama yerden tahmini 30 cm kadar havada geliyordu. Ben, arkaya baktığımda hala peşimizdeydi. Daha sonra evlere yaklaştığımızda peşimizdeki varlığın yok olduğunu fark ettik. 

Üç Harfli 


Bazı insanlar vardır, cinlerin varlığına inanmazlar. İnanmadıkları gibi bir de dalga geçerler. Ben de bunlardan biriydim, tâ ki bu olay başıma gelene kadar. Ramazan ayındaydık ve ben bir cemaat evinde kalıyordum. Bu evde sesli bir şekilde müzik dinlemek yasak olduğu için kulaklıkla müzik dinliyordum. Evimizde son zamanlarda hep cinlerden bahsediyorduk. Ablamız onlardan bahsetmememizi söylemesine rağmen, onu dinlemeyip ''Kuran okunan yere gelemezler.'' diyorduk. Üstelik dalga geçip arkadaşlarla birbirimizi korkutuyorduk. Bir gece bütün arkadaşlar odalarına çekilmişlerdi. Ben ise kulağımda kulaklık, arkadaşımla birlikte oturma odasında oturuyorduk. Bir ara arkadaşım, telefonla konuşmak için odasına geçti. Ben, odada tek kalmıştım. Yüzüm balkona doğru bakıyordu. Bir ara balkon kapısının önündeki perdenin oynadığını gördüm. Kapıya doğru baktım, balkon kapısı kapalıydı.Sonra gözlerimi kapatıp müzik dinlemeye devam ettim.O sırada balkon kapısı açılmıştı ve perde havalanıyordu. Arkadasımın balkona çıktığını düşündüm ve arkadaşıma seslendim. Ses gelmemişti. Ayağa kalktığımda balkon penceresinden siyah birşeyin bana baktığını gördüm. Korkunç birşeydi. Pencereden bana bakıyor ve perdeyi aralıyordu. Sanki içeri girmeye çalışıyordu. Benim çığlıklarıma arkadaşım kosarak geldi ve ben donakalmıştım. Konuşamıyor, dua edemiyordum. O siyah varlığı gördüğümde besmele çekmeye çalıştım fakat olmadı. Hiçbirşey söyleyemiyordum. Bütün arkadaşlarım başıma toplanmışlardı. Kuran okudular ve ben kendime geldiğimde herkes halüsilasyon gördüğümü zannediyordu. Ta ki balkonun kapısını onlar da açık görene kadar. Sizlere tavsiyem, varlıklarına inanın ve yanınıza yaklaşamayacaklarını düşünmeyin. onlar her an yanınızda olabilirler. 

1994 Yılında Muğla Üniversitesi'nde Yaşanan Bir Olay 

Ben de size başımdan geçen bir olayı anlatacağım. 1994 senesinde Muğla Üniversitesi'nde okuyordum ve üniversitenin bahçesindeki yurtta kalıyordum. Üniversite, şehirden 10 dakikalık bir mesafede, yüksekçe bir alana kurulmuştu. Kız ve erkek yurdu yanyana uzanıyordu. Kız yurdundan bir arkadaşım vardı.Gerçek ismini buraya yazmıyacağım. Kendisinden Sibel diye bahsedeceğim. Yurta sürekli garip olaylar oluyor. Geceleyin derinden gelen tefli çalgı sesleri duyuluyor; ama nereden geldiği anlaşılamıyırdu. Sürekli kafayı yiyenler çıkıyordu. Odalar, 6 kişilikti.Sibel'in oda arkadaşı her gece uykusundan, "Geldiler, geldiler!" diye çığlıklar atarak uyanıyordu. Rüyasında insana benzeyen ama bacakları keçi bacağı gibi olan kişilerin onu uyandırdığını söylüyordu. Kız, artık uyku uyuyamıyordu. Altı -yedi gündür uyumamıştı. Ne zaman göz kapaklarını indirse, o adamlar onu kolundan tutup karanlık bir çimenliğe doğru çekiyorlardı. Müzik sesleri, en çok Sibellerin odasından duyuluyordu. Tam da sabah ezanı zamanı. Günün ilk ışıklarla aydınlanmaya başladığı alaca karanlıkla da kayboluyordu. Çarşamba akşamı Saat23:00 civarında, Sibel'in arkadaşı, "Geldiler!" diye çığlık atarak yurdun üçüncü katından aşağı atladı ve öldü. Bu olay Hürriyet Gazetesi'nde yurtta intihar diye de çıkmıştı. Bunu üniversitenin büyük bir kısmı ve ben gördüm; çünkü ikinci öğretimler o saate dersten çıkıp durağa doğru yurtların önünden yürüyordu. Bu olay arkadaşımı çok sarstı. Uzun süre kendisine gelemedi. Yurtta cuma günleri banyo gününür. Saat 22'de başlar ve 23'te su soğuduğu için kendiliğinden biter. Sibel, saat 23'te banyoya gitmiş. Uzun bir koridor gibi ve sağlı sollu duş bölmeleri var. Yalnız kapısı yok, girişler perdeli. Sibel de benim gibi ikinci öğretim. Su bitmesin diye hemen yurda geliyor. Odaya gidiyor kimse yok. Hemen malzemelerini alıp banyoyo gidiyor. Banyoda 3 kabin dolu. 8 sağda 8 solda toplam 16 kabin var. Sibel de birine giriiyor ve duş alıyor. Su ılımış bile. Hızlıca banyo yapıyor. Yavaş yavaş, diğer kabinlerden gelen su sesleri kesiliyor. Su, buz gibi oluyor. Sibel, havluya sarılıp çıkıyor. Son kabinden hala su sesi geliyor; ama su buz gibi olduğu için Sibel, herhalde açık unutulmuştur diye kabine gidiyor ve perdeyi açıyor. Şok oluyor; çünkü belden aşağısı keçi bacaklı olan bir kız yıkanıyor. Sibel, "İmdat!" diye bağırarak odasına koşuyor. Odada diğer bir arkadaşı banyodan yeni çıkmış kurulanıyor. Olanları ona anlatıyor kız arkadaşı anlamsızca gülmeye başlıyor ve "Böyle mi?" diyerek birden havlusunu açıyor. Sibel, dona kalıyor; çünkü onun da bacakları keçi bacağı gibi!.. Çığlıklar atarak televizyon odasına kuşuyor. Diğer kızlar, onu sakinleştirmeye çalışıp odasına ve banyoya bakıyorlar; ama kimse yok. Daha sonra Sibel'in oda arkadaşı, diğer arkadaşlarıyla birlikte sinemadan geliyor. Son iki derse girmeyip sinemaya gitmişler ve daha yeni gelmişler. Kız arkadaşım, bundan sonra okulu bıraktı ve memleketi olan Manisa'ya giti. 



Cin Efsanesi 

Bu efsane, 80'li yıllarda dilden dile dolaşıyordu. Gazi Kız Öğrenci Yurdu'nda bir grup kız, eğlence olsun diye cin çağırmaya karar vermiş. Bir odaya toplanıp başlamışlar seansa. Cin çağırmadaki en önemli husus da, cini geri göndermekmiş. Kızlarımız cini çağırıp bi güzel eğlenmişler. Hatta dalga falan bile geçmişler, gülmekten yerlere yuvarlananlar olmuş. İşleri bitince cini göndermek istemişler; ama cin gitmiyomuş. Saatlerce uğraşmışlar. Sonunda cin gitmiş. En azından öyle sanmışlar. Gece yarısından sonra ise katlardan tuhaf tuhaf gürültüler gelmeye başlamış. O aralarda da bir sapık hadisesi yaşanmışmış yurtta. Cin olayını bilmeyen diğer kızlar, korku içinde gürültüleri yurt idaresine haber vermiş. Yine sapık geldi sanılmış ve yurt didik didik aranmış; ama bi'şey bulunamamış. Herkes, tekrar odasına çekilmiş. Ancak o tuhaf gürültüler, hala devam ediyomuş. Bu kez, polis çağırılmış. Bütün kızlar dışarı çıkarılıp bir de polis didik didik etmiş yurdu. Ama yine nafile. Hiiiç bi'şey bulunamamış. Bu esrarengiz gürültüler durmuyomuş. Cin çağıran kızlar, olayı kendi aralarında konuşurlarken birisi, "Yaa, yoksa bizim cin mi gitmedi mi, o çıkarıyor olmasın bu gürültüleri?" demiş. Aynı cini tekrar çağırmaya karar vermişler. Evet, gerçekten de önceki cin kendisiyle alay edildiği için gitmemiş ve cini kim çağırdıysa ancak o ikna edip gönderebilirmiş. Cini çağıran grubun başındaki kız, panik olmuş. Çok da iyi bilmezmiş bu işleri. Ertesi gün, bilenlerden cinlerle ilgili bi'şeyler öğrenerek cini göndermeye çalışmış. Ama o gürültüler durmamış. Cinin gidip gitmediği tam anlaşılamamış. Ancak o günlerde Gazi Yurdu'nun üst katlarından atlayarak intihar eden kızın, işte bu kız olduğu söyleniyormuş. 

Cinle Tavla 

Üniversiteye giden bir genç kız varmış. Birgün okuldan çıkışta arkadaşları, "Ruh çağıralım, cin çağıralım." demişler ve kızı ikna etmişler. Kızımız, burada arkadaşlarının şakasına kurban gideceğini düşünmektedir. 
Klasik, bildiğimiz gibi fincana parmaklarını koyuyor 6-8 kişi ve "Ey ruh, geldiysen 3 defa vur." ile başlıyorlar. Gerçekten 3 defa vuruyor. Kız, inanmıyor halen. Sonra, "Buraya gelirsen sana sorular sorabilir miyiz?" falan diyip ikna edip odaya getiriyorlar. Herkes, onla korka korka konuşuyor. Sıra kıza geliyor. "Sen bana birşey sormayacak mısın?" diyor. "Ben, bunların baştan beri oyun olduğunu biliyorum ve gerçekte de öyle birşey yoktur." diyor kızımız. "İyi, senle karşılaşacağız." dedikten sonra merasim bitiyor ve herkes, o akşam dağılıyor. Akşam 11'de çıkıyorlar. Kız, halasının evine gittiğinde saat 12 oluyor. Halası, ona yemek hazırlıyor. Yemekten sonra da halasını da onu da uyku tutmuyor ve gece 3 'e kadar tavla oynuyorlar. Sabah 11'de kız uyanıp telefonunu açıyor kız. Babası, 10 dakika sonra arıyor. "Kızım bütün gece nerdesin sen?" "Baba, halamla akşam geç saatlere kadar oturduk." "Kızım, yalan söyleme! Dün akşam saat 11'de halan hastalandı. Onu geldik aldık. Gece 3'te halan vefat etti..." Kız, tabii gece kiminle tavla oynadığını , "Yeniden görüşüceğiz." diyen kişiye ait olduğunu anlıyor... 

Çoban 

Büyükbabam köyde oturduğu için, köyde her zaman olan şey ahır veya ağıldır. Bunları da otlatmak için bir çobana ihtiyaç vardır. Birgün, büyükbabam bir çoban almış yanına. Çoban da kamburmuş. "Sen, bu işi yapamazsın." "Yaparım." der demez büyükbabam bunu yanına almış. Büyükbabam, bunu işe aldığının 7. gününde, bu çoban rüyasında aynen şimdi anlatacaklarını görmüş.. 7 tane cin, bizim evin tam ortasında "Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..." diye kendi kendilerine oynuyorlarmış.Bizim çoban da, onlarla beraber oyuna katılıp "Çarşambadır çarşamba." diye oynamış. Cinlerin arasından birisi, demiş ki: "Bu, bizim sözümüzü dinliyor. Buna bir iyilik yapalım." demiş. Diğer cinler de "Tamam." der demez cinlerden biri, bu çobanın kamburunu düzeltmiş. Düzeltir düzeltmez, çoban uykudan kan-ter içerinde kalkıyor ve bir de bakıyor ki kamburu yok. Çok seviniyor tabii garibanım... Kamburu yok oldu ya, bunu anlatıyor işte büyükbabama. Ertesi gece, bu çoban tekrar yatağına yatıyor. Aynı rüyayı tekrar görüyor. Fakat bu sefer cinler, o günün perşembe olmasına rağmen yine,"Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..." oynuyorlarmış. Çoban, yine girmiş aralarına ve aynen şöyle demiş: "Tamam, dün çarşambaydı ama bugün perşembe. Hadi, perşembe diye oynayalım." Cinler, hiç oralı bile olmadan, "Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..." diye oynamaya devam etmişler. Çoban iyice ısrar edince böyle yapalım diye, cinlerden biri aniden adamın yanına gelmiş ve,"Demek sen bizim dediğimizi demezsin ha! Al sana bir mahluk!" deyip tekrar eski haline, yani kambur haline getirmiş. Tabii sabah kalktığında da aynı eski haline dönmüş. 

Evliyanın Yumruğu Sert Olur 

Başımdan geçen ilginç olayı sizlerle paylaşmak istedim. 6 sene önce, askeriyede çalışıyordum. Bir akşam göreve gittik. Görev yerim, Bingöl -Sütlüce Köyü yakınında bir tepe. Ben, her zamanki gibi öncüydüm. Araçlardan indik. Ben önden, yaklaşık 4 saat yürüdük. Ortalık bayağı kararmıştı. Bölük komutanımıza sorduğumuzda bize bir açıklama yapmıyordu. Neyse, vara vara bir tepeye vardık. Ben giderken bir duvar yakınından geçtiğimi iyi hatırlıyorum. Neyse, biraz oturup mevzilerimizi yaptık. Daha sonra her mevziye 2 kişi gelecek şekilde girdik. Sayımız az olduğu için diğer arkadaşlarımı zor görüyordum. Aralar bayağı açıktı. Gece saat 1-3 nöbeti geldiğinde, arkadaşim beni uyandırdı. Ben de kalktım, nöbet yerine gittim. Nöbet yeri de mevzinin yaklaşık 7 metre falan uzagındaydı. Dedim kendi kendime, "Bir tuvalet ihtiyacını göreyim." Neyse, onu hallettim geri geldim. Hava da esiyor diye kafamı taşın arkasına biraz eğdim. Sen misin başını eğen! Bana bir taş mı yoksa yumruk mu, ne olduğunu anlayamadiığım sert bir sey, fena vurdu. Bir sıçradım, arkama bir baktım kimse yok. Gece görüşle diğer arkadaşlara bakıyorum, onlar uyuyor. Tek tek, herkese sordum; kimse birşey bilmiyor. Kaş yarık, surat kan içinde, bölük komutanına olayı anlattım. Bana neler yaptığımı sordu. Ona sadece küçük tuvalet yaptığımı, sonra da nöbet yerine döndüğümü anlattım. Bana, "Nereye?" dedi. Ben de gösterdim. Bana bir güldü. "Sabah, anlarsın" dedi. Sabah oldu, bir de ne göreyim: Önümüzde kocaman bir Yatır! Eski ismi tekke denilen, eski evliya mezarı gibi birşey. Meğer, her sene insanlar oraya adak kesmek için gelirmiş. Biz de emniyet için gitmişiz. Tabii bu arada benim kaş, oldu yumruk gibi şiş. Anladım ki dünya boş değil. 

Falcı 

1999 yazında gerçekleşmişti. Ben, bu tarihte Erdek'te bir otelin barında çalışıyordum. Bu nedenle geceleri geç yattığım için öğlen kalkıyordum. Yine böyle gece, geç saatlere kadar çalıştığım bir günün ertesi, öğlen saat 4 gibi kalktım ve her zaman yemek yediğim yer olan otelin karşısındaki büfeye gittim. Orada otelin güvenliklerinden biriyle karşılaştım ve beraberce bir masaya oturduk. Yemeğimizi yerken yanımıza benim arkamdan biri yanaştı ve aynen şu cümleyi söyledi: "Falına bakmamı ister misin?" Ben, bu lafın bana söylenmediğini düşünerek tostumu yemeğe devam ederken sesinden kadın olduğunu anladığım o şahıs aynı soruyu tekrarladı: "Falına bakmamı ister misin?" Bunun üzerine dayanamayıp arkamı döndüm. Ben de herkes gibi, döndüğümde o tipik falcı kılığındaki birini göreceğimi sandığımdan hızlı ve sinirli bir dönüş yaptım -ki bunun bir diğer nedeni o güne kadar fala inanmıyor olmamdı-. Kadınla göz göze geldik ve kadın az önce sorduğu soruyu benim ona herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden yineledi: "Falına bakmamı ister misin?" Ben de üzerimde neden olduğunu bilmediğim o bir anlık şaşkınlığı atarak hızlı bir şekilde, “Hayır!” diyerek arkamı döndüm. Bunun üzerine yanımdaki güvenlik arkadaşımın kadına, "Benim falıma bak." dediğini duydum. “Duydum...” diyorum; çünkü o 3-5 saniye arası, sanki yaşanmamış gibi geliyordu. Arkadaşım, kolumu tutarak benim de baktırmamı, parasını kendisinin vereceğini söyledi. Ben de gayri ihtiyari, sanki bunu yapınca rahatlayacakmışım gibi kafamı olur anlamında salladım. İşte tam bu sırada falcı kadın, arkadaşıma onun falına bakmayacağını söyledi ve benim yanıma gelerek sanki bir “Rıdvan” (cennetin bekçisi) gibi tepemde dikildi. Bunun üzerine ben de ne istediğini, istediğinin para mı olduğunu sordum. Falcı kadın, aynen şunları söyledi: "Falına bakıcağım!" Ben de sanki bu bir oyunmuşçasına, "Niye?" dedim. Kadın, buz gibi donuk sesiyle, “Çünkü az önce istediğini söyledin." dedi. Az önce kaynağını bilmediğim, o irkilme sebebim gibi görünen kadın, bana bir anda çekici gelmeye başladı. Aklımdan "Neden olmasın ki, ne kaybedersin ki zaten." denen o en tehlikeli düşünce geçti. Falcı kadına, “Tamam.” dedim. Kadın, hiç duraksamadan yanıma oturdu ve kafasını yere doğru eğerek bana sağ elimi uzatmamı söyledi. Ben de biraz yaramazlık olsun diye aklımdan sol elimi uzatmak geçiyordu ki, falcı kadının ağzından beynimdeki tüm kanı donduran şu sözler döküldü. “Sakın ha, yanlış elini uzatmak gibi haylazca bir şey yapma!” İşte o an kendimi felç olmuş gibi hissettim. Oradan gitmek istiyordum; ama mümkün değildi. Ayaklarım, sanki yere mıhlanmış gibiydi. Ben, bu korkuyla karışık durumda sağ elimi kadına uzattım. Kadın, parmaklarımın arasına bir bezden sıktığı sıvıyı sürdü ve sağ elimi sol elimle kapattı. Sonra sanki bana acırmışçasına baktı. Ardından elimi açtı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bir an sustu ve bana kelimelerine hiç aralık vermeden şunları söyledi: “Bir kağıt alacaksın ve bu seni büyük bir topluluğun içine sokacak. 3 gün içerisinde çok sevdiğin iki insanı kaybedeceksin. Şu an sıkıntıların var; ama yarın bunların hepsi sona erecek. Annen, çok uzaklardan bir haber alacak." Ve en son söylediği söz ise şuydu: "2 abinden büyük olanı, küçük olanından daha uzak bir yere gidip sizden ayrılacak." Olayın hikaye kısmını geçerek size o hafta olan olaylardan bahsedeyim. 2 gün sonra üniversite sınav sonuç kağıdım geldi ve ben artık bir kalabalığın içinde olmaya hak kazanmıştım. Bundan bir gün sonra, kuzenimin intihar ettiği haberini aldık ve aynı gün dayım, kalp krizinden öldü. Ortanca abim, aniden askere gitmeye karar verdi ve diğer abim de üniversite için Avusturalya'ya gitti. Ben, bu olayın üzerinden yaklaşık 3 yada 4 ay sonra tesadüfen tekrar Erdek'e gittim. Aklıma bu kadın geldi ve aramaya karar verdim. Ancak tüm aramalarım boşa çıkmıştı ki, son bir kez uğradığım benzin istasyonundakilere sorarken birisi bana, o kadını tanıdığını ancak o kadının yaklaşık 3 sene önce öldüğünü söyledi. Benim o anki halini tarif edemiyeceğim için bu tarifi size bırakıyorum. Daha sonra adama olayı anlattım.Adamın bana inanmamış olduğunu anlasam da, kadının yaşadığı yeri bilip bilmediğini sordum. Bana kadının evini tarif edebileceğini söyledi. Ben, tarif doğrultusunda eve gittim. Ancak gittiğim yer, bir ev değil harabeydi. Yanmış, yıkık dökük içinde, şarap içenlerin olduğu yıkıntı bir yerdi. Ben, evin içine girdim, biraz dolaştım. İçerde şarap içen insanlara böyle birini görüp görmediklerini sordum. Kimse görmediğini söyledi. Ben de ümidimi kesmiş evden tam ayrılacağım sırada, az önce çıktığım merdivenlerin üstünde kadının benim elimin üstüne sıktığı bezi gördüm. Diyeceksiniz ki aynı bez olduğunu nerden biliyorsun. Çünkü o günden sonra, sağ elimdeki koku hiç çıkmadı! 

Garip Yılbaşı 

2003 yılının yılbaşı gecesiydi. Gayet soğuk bir havada eve doğru gidiyordum. Markete uğradım. İçki, çerez, sigara aldım. Yolda yürümeye başladım. Yola şöyle bir baktım, son derece ıssız ve sessiz oldugunu gördüm. O anda bir şeyler olacağını sanki anlamıştım. Yolun iki yanı agaçlarla çevriliydi. Son hızla yolda yürümeye basladım. Karımın işyerinden arkadaşları, ailesiyle yılbaşı kutlaması yapacaktık. O insanları sevmiyordum. Zorla ayaklarım beni eve götürüyordu. Misafirlere katlanmamın tek sebebi, yılbaşını mutlu bir şekilde geçirmek istememdi. Yolda hızlı bir şekilde ilerlemekteydim. Yol, çok karanlıktı. Ansızın silah patlaması gibi bir ses geldi. Yukarıya baktım. Parlak bir ışık, sanki her saniye büyüyerek üzerime geliyordu. Ben de giderek küçülüyordum sanki. Ve o ışık bir an söndü. Kurtuldum diye rahatladım, koştum eve doğru. Bir de ne göreyim: Saat, sabaha karşı 5 olmuş. Hanım, beni kapıda karşıladı. Kan-ter içindeydim. sanki kıtalar arası koşmuş gibiydim. Hanım, cilveli bir sekilde, "Nerdeydin,sabaha kadar bekledim. Çok meraklandım." dedi... Bu olay, bir süredir kafamı karıştırıyor. Size yazayım dedim. 

Gece gelen 

74'e 4 askerliğimi Kıbrıs'ta yaptim. Askerliğimin bitimine 5 ay ya vardı ya yoktu. Saat 24 devriye nöbetim vardı. Tamer Onbaşı'yla nöbet yerlerini gezerken, bakım çadırının ordan alarm verildi. İki nobetçi de son gaz tabur binasına koşuyordu. Ani müdahele mangası, biz ve nöbetçi komutanlar da hemen olay yerinde bittik. İlk başta Rumlar sızma yapti zannettik, çünkü tam sınırdaydik. Fakat hçc birsey yoktu ortada. Askerler cağrıldı. İkisi de çadırda uyuduklarini itiraf ettiler; ama uyandirilis sekilleri ilginçti. Çadırın taşlandığını, dışarı çıktıklarında da taşların hala arkalarından atıldığını ve 100 metre koştuktan sonra önlerine bir kadın yerde bagdas kurmuş, feryatlar içinde, "Yavrum, yavrum..." diye bağırdığını ifadelerinde söylediler. Daha sonra duyduklarım, daha da urperticiydi. Bunun ilk defa olmadığını, nöbet esnasında uyuyanların birçok kez bu şekilde uyandırıldıklarını çok komutandan duyduk... 

Kahverengi Pijamalı Adam 

Bunu bana teyzem kendi anlatmıştı.Dedem öldükten (daha doğrusu gömüldükten) sonra, teyzemler komşularıyla ona Kur'an okuyorlarmış. Bu arada bir komşusu, dua ederken karşı koltuğa bakıyormuş. Teyzem de bir yandan dua okuyup, bir yandan etrafına bakıyormuş. Teyzemin komşusu, dua ederken birden donakalmış. Kadın, koltukta geri geri gidiyormuş ve bembeyaz kesilmiş. Teyzem, duayı bitirdikten sonra kadının yanına gidip ne olduğunu sormuş; fakat kadın konuşamıyormuş. Teyzem, kadını dürttüğü anda kadın duayı bitirmiş. "Amin." deyip yüzünü sıvazlamış ve hemen ağlamaya başlamış. Teyzem, kadına "Niye ağlıyorsun?" dediğinde kadın, şok edici cevabı vermiş: ''Koltukta kahverengi pijamalı bir adam oturyordu, o da dua ediyordu. Adam, duayı bitirip kafasını kaldırınca baban olduğunu anladım.'' demiş. Kadın, devam etmiş: ''Kafasını kaldırdığında gülümsüyordu. Sonra bir anda kayboldu.'' Dedem, hastanede diyalize bağlı yaşıyordu ve son sözü ''Diyaliz.'' oldu. Hastanedeyken sürekli kahverengi pijama giyerdi. Teyzemin komşusu ise, dedemin ziyaretine hiç gitmemişti. 

Mezar Ziyareti 

Bundan bir yada iki ay önceydi. Mersin'de oturduğumuz için Mersin`in yerlileri olarak yaz geldi mi yaylaya gideriz ki serin havalarda rahat olalım diye. Bu yaz, yine yaylaya gitmiştik. Bizim ev, Namrun(Çamlıyayla)'da ve en guzel yerinde. Yalnız tek kötü yanı, evin yanında bir mezarlık vardı ve bazı geceler, mezarlığa bazı insanlar gelirdi. Olaylar şöyle başlamış: Bundan yıllar önce, bir araba dolusu genç, sürat denemeleri yaparken önlerine bir-iki çocuk çıkmış. E, bunlara çarpmışlar. Fakat ani manevra yaptıkları için, hem çocuklar ölmüs, bunlar da yol dışına çıkıp bir ağaca çarpmışlar. Bu gençler, birer yıl arayla ölmüşler. Her yıl, her ay, kazanın gerçekleştiği gün ve saat vakti gelince, mezarlığa gelirlermiş. Bunları bana köyün imamı anlattı. Yine bir gece, onları izliyordum ve birinin bana baktığını hissettim. Perdeyi hemen kapadım ve yatmak icin karımın yanına gittim. Ertesi gün, arabamın camının kırık olduğunu gördüm. Ama hiç bir yerde, cam parçası yoktu. Ertesi gece, yine izledim ve bu sefer iki tanesi bana bakıyordu. Çok korkmuştum . Ölenlerin ruhları için Fatiha okudum, dua ettim olmadı. Sabah kalktığımda, arabamın üstünde bir hırka buldum. Bu, o gün kazada ölen cocuklardan birine aitmiş. Aradan bir kaç gün geçti ve mezarlığa gittim. Mezarlarının üzerinde iki tane kutu vardı. Birinin üstünde benim arabanın kırılmış camları, birisinde ise benim saçlarım. Bu olayı hocaya anlattım. "Oğlum, sen büyük günah işlemişsin. Bu yaptığına kızmış olacaklar' dedi. Eve gittigimde, gördüklerim beni dehşete düşürdü. Arabamın el freni çekilmis ve mezarların üzerine itilmişti. Kapıların kilitli olduğundan adım gibi emindim. Anahtarlar cebimdeydi ve camları yaptırmıştım. Arabamsa, o iki çocuuun mezarlarının üstünde duruyordu. O günden sonra, bir daha ailemle oraya gitmedim 

Mezardan Gelen Ses 

Bir aile; anne, baba, bir kız ve erkek, bunlar evlerinin yanması sonucu ölmüşler. Hepsini aile olarak yan yana gömmüşler. Fakat her geceyarısı, mezarlıktan ilginç sesler geliyormuş. Bu, orada yaşayan birçok kişi tarafından duyulmuş, Sonra içlerinden bir tanesi, o seslerin nerden geldiğini anlamak için geceyarısı mezarlığa gitmiş. Yine başlamış sesler. Sanki kavga sesleri gibiymiş. Adam, seslerin geldiği yöne gitmiş ve sesler, o ailenin mezarından geliyormuş.Sonra mezarı kazıp bakmaya karar vermiş. Halk, mezarı açtıklarında çok ilginç bir manzarayla karşılaşmışlar. Annenin olması gereken yerde kız, erkek çocuğun olması gereken yerde de baba yatıyormuş. Herkes şaşırmış. Bunları yine eski yerlerine koymuşlar ve mezarı kapatmışlar. Fakat kavga sesleri, bitmek bilmiyormuş. Tekrar açıp bakmışlar, yine aynıymış manzara bu kez Düzeltmemeye karar vermişler. Sadece mezar taşlarının yerlerini değiştirmişler. O günden sonra, bir daha hiç ses gelmemiş.Oradaki halka göre o sesler, o ailenin yaptığı yer kavgasının sesleriymiş... 

Mezarlıktaki Gelin 

Bir akraba düüününden dönen Kemal ve arkadaşı Recep, 20 Kasım akşamı, yaklaşık 00.30 sularında, şehir mezarlığından otomobille geçiyorlardı. Her iki tarafı mezarlık olan, dar bir yoldu geçtikleri. Aniden soldaki duvarın üstünden, arabanın önüne beyaz bir şey atladı. İki arkadaş, bunun beyaz bir köpek olabilecegini düşündü. Ancak normal şartlarda ona çarpmaları gerektiği halde, her ikisi de çarpma sesi duymamış ve çok şaşırmşlardı. Arabayı durdurup arkalarına baktılar ama hiçbir şey görmediler. Her ikisi de, garip bir şeyler olduğunu fark etmişlerdi. Mezarlıktan çıkmalarına çok az kalmıştı ki, aracı kullanan Recep, bir çığlık attı. Dikiz aynasından bakıyordu. Bunun üzerine arkaya dönüp bakan Kemal, arka koltukta oturan gelinlik giymis bir kadın gördü. Kadın, sessizce iki arkadaşı izlemekteydi. Büyük bir korkuya ve telaşa kapılan arkadaşlar, mezarlıktan nasıl çıktıklarını ve arabadan nasıl indiklerini hala hatırlamıyorlar. Ön cama yapışmış bir şekilde arabayı durdurdular; fakat kadın artık orada değildi. Bunun üzerine olayı araştırmaya başlayan Kemal, aynı gün ölen bir kadın olduğunu öğrendi. Kadın, yakın bir köyde yapılan düğününden dönerken, trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Ve öldüğünde üzerinde gelinliği vardı. Ölen kadının yakınlarını ziyaret eden Kemal, kadının aynı kadın olup olmadığını öğrenmek istedi. Gittiği evde kendisine bir fotoğrafı gösterildi. Fotoğraftaki kadın, o gece otomobilin arka koltuğunda gördügü kadındı. Ölen kadının yakınları da olaya şaşırdılar. Bir daha o mezarlıktan geçemeyen Kemal ve arkadaşi, olayı bir süre daha irdelemelerine rağmen, o gün ölen kadının neden onlara gözüktüğünü öğrenemediler 

Misafir Cinler 

Çok güzel birgündü. En sevdiğim arkadaşlarımı evime çağırmıştım. "Beraber çay içeriz, oturup dertleşiriz." diye düşünmüştüm. Beklemeye başladım. Tabii boş durmuyordum. Müzik dinliyor, günün keyfini çıkarıyordum. Olacaklardan habersizdim. Her zamanki gibi, fondaki müzik her ne kadar hareketli de olsa içimde birşeyler oluyordu. Gündüzdü ama karanlıklar hissediyordum. Kapı çalındığında korkmadım desem yalan olur. Gelenler onlardı: arkadaşlarım. "En sonunda geldiniz." deyip eve konuk ettim onları. Bir kenara oturdular. Gülüp eğleniriz diye gelmişlerdi; ama suskunlardı. Konuşturmak için çok çalıştım ama çabalarım boşunaydı. İçeceğimiz bir bardak çayın bizi neşelendirebileceğini düşünüp oradan çay getirmek üzere ayrıldım. Garipti; çünkü birbirleriyle bile konuşmuyorlardı. İçimi tarifsiz duygular kapladı. Neler oluyordu acaba? Yanlarına çaylarla geldiğimde ikisi birden bana öyle bir baktılar ki, gözlerinde nefret vardı. Havayı dağıtmak istedim yine sustular. Tam o esnada arkadaşım, çayını upuzun tırnaklarıyla karıştırmaya başladı. Tırnaklarını gördüğüm an, üstüme sanki kaynar sular boşandı. Korkuyordum nasıl uzaklaşabilirdim... (Cinler insan kılığına girdiklerinde ya tırnakları uzun olur yada vücutlarının bir bölümü farklı olur) Son çırpınışlarımdı. Kaçmalıydım. Tam o esnada, bugüne kadar sesine sinir olduğum kapı zili, bana en güzel şarkılar gibi gelerek çaldı. "Müsadenizle..." diyip kapıya yöneldim. Sessiz durmaları, beni korkutmuştu; ama kapıyı açmak son çaremdi. Kapıya yöneldim. Kapıda abim vardı. Hızla olayı anlattım. "Hadi gidelim. Çabuk olmalıyız, kaçmalıyız." dedim. "İçerde cinler var." "Nerden anladın?" dedi. Kısaca önemsemeyerek, "Uzun tırnakları vardı." dedim. Abim, hızla yüksek sesle tırnaklarını gösterip, "Böyle mi!" dedi. O anda bayılmışım. Sonra geciken arkadaşlarım geldiğinde beni ayıltılar. 

Onunla Karşılaşmak İstemezsiniz 

1975 Haziran ayının başında bir olay yaşadım. Tam olarak ne olduğunun yorumunu hala yapmadım; ama benzer olay yaşayan biriyle karşılaşmak isterdim. O gün, her zamanki gibi büyükannem ve dedeme gitmiştim. Akşam üstü eve gitmek için kalktım. Dedem, eski tip asansörün kapısını açmak için anahtar aramaya koyuldu. Sabredemedim, en üst kattan merdivenlerden indim. Birinci kat merdivenlerine geldiğimde inerken apartmanin tamamen cam kapısında dıştan içeri doğru bakan fötr şapkalı bir adamın durduğunu gördüm. Olağan bir şekilde ilerleyip kapıyı açıp çikacaktım; ama adam yerinden kımıldamıyordu.Çekilip bir türlü yol vermedi. Döndüm baktım. Adamın arkasından batan güneşin kuvvetli ışığında yüzünü göremedim. Sadece sülieti gözüküyordu ve oldukça iri yapılıydi. Kenara çekilip bekledim girsin de ben çıkayım diye, gene çekilmedi. Kötü niyetli veya bana şaka yapan biri mi olduguna karar veremedim. Adını koyamadığım bir şekilde, sanki içim üşüyor ve ürperiyordum. Geri dönüyormuş gibi yaparak bir üst katta beklemeye başladım. Eve çıkıp dedemi de üzmek istemiyordum. Adam en az on dakika aynı noktada kımıldamadan durdu. Sonra kapıyı açtı, içeri girdi. Ben de durduğum yerden eğilirsem yukardan görebiliyordum. En sonunda gidiyor diye sevindim. Bir baktım ki adam robot gibi yürüyor. Asansörün önüne geldi. Aynı şekilde hiç kıpırdamadan on dakikada orada durdu. Ne oldugunu anlayamıyordum. Yukardan eğilerek kaçamak bakışlarla inceliyordum. Yaz olmasına rağmen kışlık elbise ve şapka vardı. Ayakkabıları bağcıklı, subay ayakkabısı şeklindeydi. Şapkadan yüzünü göremiyordum. İki basamak indim ve iyice eğilip yüzünü görmeye çalıştım ve şok oldum. Gözlerini göremedim ama yüzü porselen tabak gibi beyaz ve parlaktı. Artık panik oldum. Adam, o anda elini robot gibi yavasça kaldırdı, asansörün düğmesine bastı. Oh! Gidiyor derken elektrikler kesildi. 
Adam, birden merdivenlere yöneldi, ben de yukarı doğru fırladım. heyecandan hızlı çıkamıyordum. Kesildim. Bana yetiştiğini görünce telaşlandım ve merdivenden yuvarlandım. Hiç gözümü açmadan bir süre oturdum. Yanıma geldiğini hissettim. Ağlamak istiyordum. Birden elektrik geldi. Gözümü açtım, kimse yok. Önünde oturduğum kapının ardında bir köpek havlıyor, karşi kapıdan anne-çocuk sesleri geliyor. Daha önce hiç ses olmadığını fark ettim.Ertesi gün tekrar geldim. Dedem, balkonda yarım saatten fazla beklediğini, ama benim çıktığımı görmediğini, merdivenlerden seslendigini ama cevap alamadığını söyledi. Ona dış kapıda duran şapkali biri olup olmadığını sordum. Bulundugu noktadan tüm kapı görünür; ama hiç kimseyi görmediğini söyledi. Ben de normal bir olayı kendim değişik yaşadım diyerek yıllarca kimseye anlatmadım. Yıllar sonra bir kitapta, aynı bu şekilde giyinmiş beyaz yüzlü, robot gibi yürüyen , gelince elektrik kesintisi olan varlıkların insanları ziyaret ettiklerini okudum. Bunun öyle bir olay oldugunu zannediyorum. Bir daha olmadı. 

Otostopçu 

Adamın biri, bir cumartesi gecesi evine dönüyomuş. Birden 15-16 yaşlarında sevimli bir kızın yolun kenarında otostop yaptığını görmüş. Adamın da aynı yaşlarda iki kızı varmış. Hemen arabayı kızın yanına yanaştırmış, “Gece yarısı böyle ıssız bir yerde n’apıyosunuz Allah aşkına? Bu saatte otostop mu yapılır?” demiş. Kız, “Uzun hikaye. Rica etsem beni evime götürür müsünüz? Buraya çok yakın. Bu iyiliğinizi ömür boyu unutmam.” diyerek arka koltuğa oturmuş. Kızın üzerinde cicili bicili, hoş bir elbise varmış. Evinin adresini vermiş. Gerçekten de yakınmış ev. Adam eve vardığında önünde durmuş, “İşte geldik küçük hanım.” diyerek arka koltuğa dönmüş; ama arkada hiç kimse yokmuş. Gözlerine inanamamış tabii. Hemen arabasından inip evin kapısını çalmış. Beyaz saçlı, çok yorgun görünen yaşlı bir kadın açmış kapıyı. Adam heyecanla, “Bana inanmayacaksınız ama yoldan küçük bir kız aldım. Bana buranın adresini verdi ama tam geldiğimizde...” Yaşlı kadın, adamı susturmuş: “Biliyorum, biliyorum.” demiş. “Sonra da ortadan kayboldu değil mi? Bu başımıza ilk defa gelmiyor. Her cumartesi akşamı, aynı şey olur...” Meğer, kız bir cumartesi gecesi diskodan dönerken trafik kazası geçirmiş ve oracıkta ölmüş. Şimdi her cumartesi gecesi, kazada öldüğü yerden otostop yapıp evine gelmek istiyomuş; ama bunu bugüne kadar başaramamış. Kadın bunları anlatırken adamın gözü piyanonun üzerindeki kızın fotoğrafına ilişmiş. Evet, kız aynı kızmış ve üzerinde de aynı elbise varmış. 

Ölüler Sayılmaz 

Birgün, üniversiteli beş kız, cin çağırmaya karar verirler. Çağırmak için hazırlıklar tamamdır. Seans başlar, cin gelir. Neyse, ertesi günlerde bu cin onlara musallat olur. Kızların gitmediği hoca kalmaz. Birgün, bir hoca tavsiyesiyle cini tekrar cağırırlar. Kızlardan birini dolaba saklarlar. Cin'e, "Kaç kişi olduğumuzu bilemezsen peşimizi bırakacaksın." derler.(dolaptakiyle 5 kişidirler) Cin, "4" der. Kızlar, sevinirler. "Bilemedin. Bir arkadaşımız dolapta." derler. Cin'in yanıtı: "Arkadaşınızı heba ettiniz Peşinizi bırakmayacağım." der. Kızlar, "Nasıl yani?" derler. Cin, "Ölüler sayılmaz. 4 kişisiniz." Kızlar, dolabı actıklarında o kızın kafasız bedeniyle kaşılaşırlar. Cin ise hepsine iğrenç oyunlar düzenlemektedir. Hepsi de tımarhanede, korkunç bir sekilde hayatlarını kaybederler... 

Siste Önümüze Çıkan Kedile

Gençken, anneannemin evinde kedi ruhları görürdüm. Benim de Yoda isminde bir kedim vardı ve birbirimize çok yakındık. Birkaç yıl önce, Cadılar Bayramı'nda Yoda, o zamanlar ki erkek arkadaşım Jeff ve ben, bazı arkadaşlarımızı görmek için Kuzey’e gidiyorduk. Jeff, yolun yarısında kedim yüzünden mola vermek zorunda kalınca çok kızmıştı ve Yoda da arabadan kaçmaya çalışmıştı. Yoda, ikinci kez kaçmayı deneyince Jeff onu sertçe yakalayıp arabanın içine atmıştı. Ne yazık ki Yoda’nın burnu, hafif de olsa yaralanmıştı. Jeff’e bu davranışından dolayı çok kızmıştım. Yoda da ben de kızmış olsak da Kuzey’e doğru yolculuğumuza devam edecektik. Hava çok karanlıktı ve her yer sis içindeydi. Yolda giderken birden karşımıza yolun ortasına oturmuş kediler çıkıverdi. Hareket etmiyorlardı ve biz de mecburen durmak zorunda kaldık. Jeff, onların yanından her seferinde geçmeye kalktığında kedilerden bir kaçı arabanın önüne yönelip tekrar yola oturdular. Jeff, 7-8 kere benzeri denemelerde bulundu; ama sonuç hep aynıydı. Sonunda Jeff, yüksek sesle, “Tamam, mesajı aldım.” diye bağırdı. Yola baktık. Kediler yolda değillerdi... 
Taksici 

Bir gece Ali adındaki bir taksici, ekmek parasını kazanmak için geç saatlere kadar çalışmış. 4-5 tane müşterisini istedikleri yerlere bırakmış. Fakat o gece hava oldukça yağmurluymuş. Ali, tam eve gidecekken kaldırımda bir kadın görmüş. Ali de kadını evine bırakmak için arabasına almış. Daha sonra Ali Kadına şöyle söylemiş: "Sizi nereye bırakmamı istersiniz?" Kadın ise: "Hayalet Kasaba." demiş. Ali de biraz düşünmüş. İçinden ’’Bu kasaba yıllar önce bir depremde yıkılmıştı. Peki bu kadını oraya nasıl bırakacağım?’’ diye geçirmiş. Daha sonra kadının gözlerine bir bakmış. Çok şaşırmış; çünkü kadının gözleri kırmızıymış. Kadının bir cin olduğunu anlamış ve içinden Kelime-i Şahadet getirmiş. Cin ise bunu anlayıp hemen Ali’ye, ‘‘Dur!’’ emri vermiş. Ali ise, arabayı durdurup kadına: 
"Niçin arabayı durdurmamı istediniz?" demiş. Kadın ise: "Ben bir cinim. Sana bir uçurumu, Hayalet Kasaba olarak gösterecektim. Sen de ölecektin. Ama içinden Kelime-i Şahadet getirip beni etkisiz halde bıraktığın için ölmeyeceksin." demiş ve oradan uzaklaşmış. 

Undula Mezarlığı 


Olay, geçen yüzyılın başlarında, Basmalkap'ın ücra bir kasabası olan Undula'da gerçekleşmiştir. Undula'nın bildiğiniz taşra kasabalarından bir farkı yoktur. Halk gündüzleri rutin işleriyle uğraşır. Akşamları herkes evlerine çekilince ortalık sessizleşir. Çok sıkıcıdır. Kış, dişlerini göstermeye başlamıştı. Hava rüzgârlı ve yağmurluydu. O gece, kasabanın barı tenhaydı. Demircinin kalfası Bot Mandaval, iki genç arkadaşıyla bir köşede oturmuş piyizleniyordu. Ordan burdan konuşuyor, ara sıra da gülüşüyorlardı. Gece ilerledikçe, mevzular tükendi. Geyik faslı başladı. Gençler, cesaret konusuna girmişlerdi. Mandıracının oğluyla, kumaşçının tezgahtarı birbirlerine girmişti bile! O arada Bot, biraz sonra geleceğini söyleyerek kalktı gitti. Az sonra elinde demir bir kazık ve çekiçle döndü. ''Bakın! Ben şimdi gidip bu kazığı Bady Badala'nın mezarına çakıp geleceğim!'' dedi. Aklınca en cesaretlinin kendisi olduğunu ispat edecekti. Yaşlı Bady Badala, geçen hafta ölmüştü. Bot, ona her zaman şakalar yapar, çok kızdırırdı. Undula Mezarlığı, kasaba dışında, insanların gündüz bile mecbur kalmadıkça geçmedikleri, uğursuz saydıkları bir yerdi. Arkadaşları, Bot Mandaval'ı gitmemesi için caydırmaya çalıştılarsa da fayda etmedi. Bot, pardesüsünü giydi, çekiçle kazığı alarak yola çıktı. Yağmur hızla yağıyor, rüzgâr ıslık çalarak esiyordu. Bot, mezarlığa yaklaştıkça korkmaya, kalbi küt küt atmaya başlamıştı. "Neden bu işe kalkıştım!" diye kendi kendine kızıp küfrediyordu. Bir an önce şu kazığı çakıp hemen bara dönmekten başka birşey düşünmüyordu. Daha geçen hafta geldiği için mezarın yerini kolayca buldu ve aceleyle kazığı mezara çaktı. Bu arada arkadaşları, Bot'un mezarlığa gidemeyip, yarı yoldan geri döneceğini konuşup gülüşüyorlardı. Ama aradan epey zaman geçip de Bot'un hala gelmemesi üzerine endişelenmeye başladılar. Bot, kazığı çaktı ve hemen arkasına dönüp oradan uzaklaşmak istedi. Ama o ne! Yerinden kıpırdıyamıyordu. Bady'ye yaptığı tatsız şakalar hızla aklından geçti. Bady, Bot'u sımsıkı tutmuş bırakmıyordu. Bot'un kalbi patlamalı motor gibi atıyordu. Korkudan dönüp arkasına da bakamıyordu. Şafak söküyordu. Bardakilerin merakı had safhaya gelmişti. Erken kalkmış kasabalılarla mezarlığın yolunu tuttular. Kasabalılar, önce mezarlıkta kimseyi göremediler; ama Bady Badala'nın mezarına yaklaştıklarında karşılaştıkları manzara korkunçtu. Zavallı Bot Mandaval'ın gözleri yuvalarından fırlamış, yerde cansız yatıyordu. Uzun süre tırmalamaktan toprakta çukurlar oluşmuştu. Evet, Bot kazığı çakmıştı çakmasına ama aceleden pardesüsünün eteğini de beraber !!! 

Cinli Ev 

Birgün, işten eve geldiğimde annemi ağlarken gördüm. "Hayırdır anne, ne oldu?" dedim. Bana, "Kardeşin... Kardeşine bak, delirdi sanki..." diye korku dolu gözlerle bakınca yerimden fırlayıp kardeşimin bulundugu odaya girdim. Bana tuhaf gelen hiçbir şey fark etmedim. "Ahmet, birşey mi var kardeşim?" dedim. Bana, "Hayır abi, gayet iyiyim." dedi. Ben de fazla üstüne gitmek istemedim. 

Ertesi gün yine eve geldiğimde, merdivenleri çıkarken sanki bizim evin kapısı uzaklaşıyormuş gibi tuaf bir korkuya kapıldım. Tam ne oluyor diye düşünürken, annemin çığlığını duydum. Hızlı adımlarla evin kapısına ulaştım. Elimi cebime atıp anahtarlarımı bulmaya çalıştım. 
Birden içerden annemin hıçkırığının dışında, hırıltılı ama insana ait olamayacak bir ses duydum. Bunu duyunca, evde biri acaba anneme mi saldırıyor diye düşünüp eve hışınla girdim. Annem ve küçük kardeşim, holde bana bakıyorlardı. "Anne, ne oldu?" dedim. "Yine Ahmet çıldırdı. Küçük kardeşin Füsun'la bana saldırdı." Çok sinirlenmiştim. Ya annem bana yalan söylüyor, yada kardeşim delirdi diye düşünmeye başladım. Annemin suratına tekrar baktığımda, korku dolu gözlerle yine karşılaştım. Füsun da çok korkmuştu; ama hala şaka yapılıyor sanmıştı. (Füsun 5 yaşında) 

Sinirlenmiştim. Tam hızla Ahmet'in bulundugu odaya girecekken, Ahmet birden kapıda belirdi. (İnanırmısınız, ufak kardeşimden ilk defa ürkmüştüm.) Bana bakıyordu sanki düşmanca. Sonra arkasını dönüp odasına girdi. Peşinden gidip "Ahmet!" dediğimde tekrar bana bakıp, "Beni rahat bırak abiiiiiiii!" diye bağırdı. Sinirlenmiştim. "Seni öldürürüm oğlum! Babam, az sonra gelecek. Ya anlatırsın herşeyi yada çok fena olacak. Babama anneme saldırdığını söylerim." "Tamam abi ama bana biraz zaman ver. Sana herşeyi anlatacağım." dedi. İlk defa kardeşimin bana yalan söyledigini hissettim. 

O gece, herkes yatmıştı. Ben de kardeşimi izlemeye başladım. Odasına gittim, baktım uyuyordu. Tam arkamı dönmüştüm ki, sanki içimden bir ses, "Kardeşin sana bakıyor!" dedi ve aniden döndüm; ama bakmıyordu. Sonra, "Lan oglum, manyak mısın!" dedim kendi kendime. O gece yattım ama ne yatış! Sabaha kadar uyuyamadım. Sanki gözümü kapatınca Ahmet yanımda... Acıyorum. "Yok arkadaş, bu böyle olmuyacak." dedim. "En iyisi mi, yarın tüm günümü kardeşime ayırayım, onu sesizce takip edeyim." dedim. 

Sabah olmustu. Ben, erken kalktığım için, anneme, "Ben, saat 10 gibi dönerim." deyip çıktım. Ahmet de uyanmıştı. Bana candan yakın olan kardeşim, şimdi çok uzaktı. Yanıma bile gelmedi. Tam çıkarken, "Gece iyi uyudun mu?" dedi. irkilmiştim. Ona bakmadan hemen çıktım ve kahveye gittim. 

Saat 10'a gelince eve hızlı adımlarla vardım. Sessizce mutfağa girdim; çünkü ordan kardeşimin odası gözüküyordu. Beni görmesin diye, daha önceden mutfağın perdelerini sıkı sıkı örtmüştüm. Sadece minik bir delik kalacak şekilde bırakıp, odayı tamamen görür bir haldeydi. Kardeşim, odadaydı ve tek başına kanepeye oturmuş, dizlerini ovuyordu. Sonra birden durdu. Benim de kanım sanki cekiliyor gibi hissetmeye başladım. Sonra birden göz göze geldik. Aman Allah'ım! Minicik delikten baktığımı hissetmişti. 

Çıldıracak gibi oldum. hızlıca odasına girdim. Gözüm dönmüştü. "Lan noluyor!" dedim, hiç tepkime yok! Ona dokununca, kaskatı oldugunu hissettim. Anneme, "Anne, koş!" dediğim anda, elimi öyle bir tuttu ki kırılıyor sandım. Sonra hırıltılı bir sesle, "Seni öldüreceğim!" dedi ve yere düştü. Sallanıyordu yada titreme gibi birşeydi. Sesi değişmişti. Çıglık mıydı yoksa hırıltı mı, anlayamamıştım. 

Annem, koşa koşa içeri girdi. "Ahmet, oglum! Ahmet'im!" Ben, donmuş gibiydim. Sanki ayakta öylece kalmıştım. Annem bana, "Oğlum, tut! Kendine zarar verecek!" diye bağırdıgında kendime geldim. Annemle bile tutamıyorduk sanki kardeşimi. Sonra birden kaskatı durdu. Sanki kilitlenmiş gibiydi. Kafası geriye düşmüş, gözü simsiyaha dönüşmüş gibiydi. Sanki, parmakları dönmüş, kırılmış gibi duruyorlardı. Bir noktaya bakıyordu. 

Annem, "Dokunma!" dedi ve dua okumaya başladı. O arada bir defter fark ettim. Elime aldım. İçini açınca değişik bir yazı stili ile birşeyler yazılı olduğunu gördüm. Sonra, insana ait olamayacak bir sesle Ahmet bana birden, "Sakın dokunma!" diye bağırdı. Defter, elimden düştü. Korkmuştum. Bana saldıracak sandım. Nefes alıp verişi değişmişti. Bana bakıyordu. Gözlerinin beyazlığını fark edemiyordum. 
Sonra kafasını sağa sola savurmaya ve garip ses yada cığlıkla, "Abi niye baktın, abi niye baktın!" diye habire birşeyler söylüyordu. Birden kaskatı kesildi. Kolunu yavaşca kaldırdı. İşaret parmagı ile pencereyi gösterdi. Sonra bana bakarak, "Geliyor, geliyor!" diye ağlamaya başladı. "Ne geliyor, neeeeeeeeeee!" diye bağırdım. 

Annem, durmadan sureler okuyordu. Birden, "Allahu ekber, Allahu ekber!" diye hoca ezan okuyunca, kardeşim iyice çıldırdı. Sara kırizine benzer gibi yere düşdü. Sarsılıyordu. Hoca, her "Allahu ekber!"deyişinde kardeşim cığlık atıyordu. Ve bayıldı. 
Annemle ben, şok içindeydik. "Ne yapabiliriz, ne!" diye düşünmeye başladık. "Babama söyliyelim." dedim. Annem, "Onun inancı yok ki, inanmaz!" "Anne, inanmıyor da bu ne! Hadi göstersin doktorluğunu!" dedim. Çıldıracağım! 

Sonra kardeşim, "Abi, abi..." demeye başladı. "Ahmet'im, canım kardeşim! Ne oluyor sana? Ne olur söyle!" "Abi, ben yatakta değil miydim? Ne işim var burda? Bana ne olmuş ki???" dedi. "Hatırlamıyor musun?" dedim, "Hayır." dedi. "Abi, annem niye ağlıyor, niye abi?" dedi. O sırada kapı sesi duyuldu. Babam gelmişti. 

"Anne, babama herşeyi anlatalım. Saklama!" O gece babamla konuşmaya karar verdik. Tuhaf olan şey, Ahmet hiçbir zaman babamın yanında garip olmuyordu. Gayet normaldi. O gece, babam viskisini yudumluyor, hasta raporlarını inceliyordu. Kapıya vurdum, yanına girdim. "Ne oldu Murat?" dedi. Babama, "Ahmet..." dedim. Ama bir kere nefes alıp verdim. (Babamla sakin konuşmak istiyordum. Yaşım 25 olmasına rağmen, hala ondan çekiniyordum.) 
Babama, "Seninle birşey konuşmak istiyorum." dedim. O, "Şimdi olmaz. Önemli bir ameliyatım var ertesi gün. Raporları incelemem gerek!" dedi; ama ben anlatmaya kararlıydım. "Ahmet..." dedim. 
"Lütfen baba, sadece dinle. Çok önemli..." deyince, "Tamam, ama kısa tut!" dedi. Babam, sakindi. Bugünki tüm olanı biteni anlattım. Beni sakince dinledi. Sonra birden, "Hadi ordan, ben öyle şeylere inanmam! Tamam, bu kadar yeter! Çık dışarı, çalışmam gerek!" dedi. 
Çok sinirlenmiştim. Tam kapıya yönelmiştim ki, Ahmet'in odasından korkunç bir çığlık yükseldi. Evin ışıkları gidip gidip geliyordu. Ürkünçtü. Ev, sanki kolonlardan çatırdıyordu. Dönüp babama baktım. "Buyur baba, hadi açıkla bu olayı." dedim. "Kötü bir rüya görmüştür." dedi. Sonra Ahmet'in odasına yöneldik. Babama, "Peki ışıklar niye gidip geldi?" dedim. Bana,"Bu kadar salak olma. 21. yüzyılda yaşıyoruz." dedi. 

Ahmet'in odasına yaklaştıgımızda, acık olan kapı birden kapandı ve içerden kilitlendi. Babam, "Neler oluyor böyle!" dedi. Sonra kardeşimin çığlıkları odadan yükselmeye başladı. Babamı ilk defa paniklemiş gördüm. Bana, "Kapıyı kır!" dedi. "Kır şu kapıyı, ne bakıyorsun!" Kapıyı kırdım. 

İçeri girdiğimizde, Ahmet duvarın köşesine geçmiş, sırtı bize dönük oturuyordu. Hırltılı hırıltılı, "Sizi öldürecem, sizi öldürecem!" diyordu. Annem de gelmişti. Kadıncağız, sesli olarak sureler okumaya başladı. Babam, "Ne yapıyorsun sen!" dedi. Ahmet, sureleri duydukça cığlık atıyordu. Sonra sırtının üstüne yere düştü. Ağzından köpükler geliyordu. Babam, "Sara krizi geçiriyor." diye yanına gitti. Ben, Ahmet'i tutmaya çalışıyordum. Krizi geçmişti. Uyandı. "Baba, abi... Ne oluyor? Ne işim var benim yerde!" diye ağlamaya başladı. Babam bana, "Sen, bu gece kardeşinle yat. Yarın, bie psikoloğa gösteririz." dedi. Babama, "Baba, bu piskoloktan öte!" dedim. Bana, "Konuşma, ne o zaman söyle!" dedi. Onunla tartışmaya giremezdim. 
Herkes odadan cıktı. "Ahmetim, canım kardeşim. Ne oluyor sana!" "Abi, bana birşey mi oluyor?" dedi. Unutmuş gibiydi. "Tamam, birşey yok." dedim; ama unuttugunu sanmıyordum. "Hadi gel, yatalım." dedim. Kardeşimi koynuma alarak yattık ve konuşmaya başladık. Ben, ona, "Hani bana herşeyi anlatacaktın." deyince, "Abi, sana herşeyi söylemek isterim; ama söylersem beni öldüreceklerini söylediler." "Kim onlar, kim?" dedim. "Lütfen abi, beni zorlama!" dedi. Yatmadan önce okulda ögrendigim duayı okudum. "Ah!" dedim. "Neden daha önce annemi dinleyip Kur'an ögrenmedim ki!" diye içimden geçirdim. 

Kardeşim, uyumuştu; bense hala düşünüyordum. Bir ara gözümü kapattım. Odada sanki hafif bir rüzgâr estiğini hissettim. Korkuya kapılıp hemen sağa sola dikkat kesildim. Kardeşimin yere düştügünde işaret etigi pencere tarafına baktım. "Acaba açık mıydı?" diye. Açık değildi. 

Odada sağı solu inceleye inceleye, aklıma güzel şeyler getirmeye calışarak ve yine sağa sola bakarak tam uyuyacaktım ki bir şey dikkatimi çekti. Kardeşimin duvarda bir resmi vardı. Güzel bir resim... Hep bir noktaya bakıyor gibi durur, yani yatarken gözlerine bakıyor gibi gözükmez; ama sanki beni izliyor gibiydi. Rahatsız olmuştum. Kalktım, resmi kaldırdım. Tekrar kardeşimin yanına yatarak bildigim duayı daha çok tekrar tekrar okudum. 

Oda sessizdi. Gözümü kapadım. Sonra kapının açıldığını hissettim. Yine dikkat kesildim. Kapı yönüne baktım. Kapı, gercekten açıktı. Sonra yine dua okumaya basladım. Korkmuyacaktım; çünkü gücü kudreti sonsuz olana (Allah'a) sıgınmıştım. İnancım, o gece doruk noktasındaydı. İçimden bir şey, "Sakın korkma!" diyordu. 
Sonra gözümü yumdum. Ayak tarafımda bir ağırlık hissettim. Sanki yatağa biri çıkmıştı. Yavaş yavaş göğsüme doğru çıkıyordu.Ama korkmuyacaktım. Sonra bedenimi sıkıştırdığını hissettim. Gözümü açtım ama kafamı çeviremiyordum. 

Birden, "Senden değil, seni Yaratan'dan korkarım." dedim. Bunu deyince ağırlık sanki iyice arttı. İçimden, "Lütfen anne gel, lütfen anne gel!" diye ağlamaya basladım. Evet, içimden ağlıyordum. Sonra kapı açıldı. Ağırlık kayboldu. Kafamı kaldırdım ki annem. "Anne, anne! İyi ki geldin." dedim. Annemde ise hiç ses yok. "Anne," dedim. "Oğlum, sen istersen odana geç. Ben, kardeşinle kalırım." dedi. "Yok, ben kalırım." dedim. "Oglum," dedi. "Hemen kalk!" Şöyle bir anneme baktım; ama aman Allah'ım! "Annem olamazsın sen! Nesin sen? Kimsin sen?" Ses çıkarmadı. Öylece bakıyordu. Ayakları tersti. Dua okumaya başladım. Sonra nasıl oldu anlamadım, bir şekilde kayboldu. 

Kardeşimi o gece yanlız bırakmamam gerektiğini anlamıştım. Ne yapmam gerektiğini düşünürken uyuya kalmışım. Çok ilginçti. Rüyamda, uzun karanlık bir koridorda yürüyorumdum. Sonra önümde Ahmet'in olduğunu fark ettim. Ona doğru koştukça, o uzaklasıyordu. "Ahmet, dur! Ahmet, dur kardeşim!" diye bagırıyordum. O, "Abi, yardım et abiiiiiiiiiiiii!" diye birden kayboldu. Ben, daha hızlı koşmaya basladım. Yetişemiyecegimi anlayınca durdum. İçimden bir şey, "Geriye dön!" diyordu. "Geriye dön..." Nefes nefese idim. Dönünce Ahmet birden boğazıma sarıldı. Sıkıyordu. Resmen boğuluyordum. 
Gözlerimi açtığımda Ahmet'in beni boğuyor olduğunu ve annemin beni hıçkırıklar içinde kurtarmaya çalıştığını fark edince, Ahmet'i üstümden attım. Bana bakarak gülüyordu. "Seni boğacağımı söyledim, seni boğacağımı söyledim!" diye gülüyordu. 

Duvara doğru dönerek duvarı tırnakları ile kazımaya başladı. Bunu görünce üstüne atladım. Anneme, "Onu yatağa bağlayalım." dedim. Annem'le kardeşimi yatağa bağladık. Kardeşim, iyice çıldırdı. Bana, "Pis homo, pis homo! Sakın hocayı getirme, sakın! Yoksa seni bec......im!" diyordu. Nerden anlamıştı hocayı? 

Babam, sabah erken gitmişti işe. Saat 7:00 gibi ameliyata girecekti. Gitmeden anneme, "Ahmet'i hastaneye getir. Onu psikoloğa gösterelim." demiş. Anneme, "Ben şimdi geliyorum." diye evden çıktım. Bir hoca bulacaktım. Arkadaşımın tavsiyesi ile bir hoca buldum. Ona her şeyi anlattım ve bizim eve getirdim. Beraber merdivenleri cıkarken, hoca dua okumaya basladı. 

Annem, bizim geldiğimizi gördüğü için kapıyı açık bırakmıştı. Biz kapıya yanaşınca, kapı birden kapandı. Annem, kapıyı tekrar açtı. Ben, içeri girdim; hoca ise girmedi. Bana bakarak, "Ben, ilk etapta giremem." dedi. "Neden?" diye sordugumda, "Bu ev, hiç hayırlı değil. Size burayı kim ve ne zaman sattı?" "Ne alakası var!" dedim. "Size burayı satan kişinin başına da aynı olaylar gelmişti." "Peki sen nerden biliyorsun?" dedim. "Satan şahıs, çok ucuza sattı." ve hiç bir şey demedi. 
Bana, "Beni sana kim önerdi?" dedi. "Arkadaşım Dursun." dedim. "O zaman ara Dursun'u!" "Niye ki?" dedim. "Sen, ara Dursun'u!" Aradım. "Ya Dursun, bugün yanına ugradım ya," "Alo, evet dinliyorum seni..." "Bana bir hoca bul diye." Dursun, birden telefonda gülmeye başladı. Bana, "Sen içtin mi?" diye sordu. "Hayır, ne alakası var! Şimdi dedim ya!" "Arkadaşım, beni geçen sen memleketime ugurlamadın mı?" deyince şok geçirdim yani. "Sen hala gelmedin mi? Evet, o zaman ben kimle konuştum?" derken, "Ooooo, hadi işim var. Bitince ararım." deyip suratıma kapattı telefonu. 

"Neler oluyor?" diye düşünürken, hoca hızla kardeşimin bulundugu odaya girdi. Ben, donakalmıştım. "Sen... Sen kimsin o zaman!" diyebilmişim sadece. Hoca girince kardeşim, "Sen, sen! Seni tanıyorum!" diye korkunç bir çığlık attı. Hoca, kardeşime, "Yaradan Rabb'in adına! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Seni zavallı!" dedi ve sureler okumaya başladı. 

Ben, hâlâ neler olduğunu çözememiştim. Bu şahıs, kimdi? Sonra kardeşimle konuşmaya başladı. "Bu insanları rahat bırak!" dedi. Kardeşim, "Abi, abi! Çıkar onu odadan!" diye ağlamaya başladı. Ben, hala telefonun şokunu yaşıyordum. Sonra bu şahıs, bana, "Hadi kardeşini sıkı tut!" dedi. Annemi de çağırdı; ama tutmadan önce abdest almamızı istedi. Aldık. Yani annemin bana gösterdiği şekilde. Sonra kardeşimin yanına gittik. Hoca, baş ucunda Kur'an okumaya başladı. Bize, "Hadi, şimdi tutun!" deyince, annemle ben hemen tuttuk. Kardeşim, çığlık atıyordu. Gözleri, siyahla kan kırmızısı şeklinde değişip duruyordu. 

Sonra yatağı sallanmaya başladı. Odadaki gardrop kapakları açılıp kapanıyordu. Mutfaktan tabak kırılma sesleri geliyordu. Lambalar açılıp kapanırken, bizim bulundugumuz odadaki lamba ise patladı. Sonra ani bi sessizlik oldu. Kardeşim, bayılmıştı. "Bitti mi?" dedim, hoca olarak getirdiğim şahısa dönerek. "Hayır, burada kaldığınız sürece hiç bitmez." dedi. 

"Sizden önce, burda bir aile yaşardı. Çok güzel bir aileydi. Sonra küçük oğullarında paranormal bir durum meydana geldi. Başlangıcında, oğulları gece su içmeye kalkmış. Koridorda yürürken, şu an bulunduğumuz odanın kapısı acılmış. O zaman, bu odayı sadece misafirler için kullanırlarmış. Çocuk, kim açtı diye içeri girdiğinde, kapı birden kapanmış ve çocuğun içerden çığlığı yükselmiş." "Ve sonra?" dedigimde, "Tamam, bu kadar. Sonrası sondu zaten." dedi. 

Bana, "Sen, Kur'an bilir misin?" "Hayır!" dedim. "Ya sen teyze?" dedi. Annem, "Biraz..." dedi. Bana dönerek, "Niye öğrenmedin?" dedi. Cevap veremedim. "Hayır ve şerrin Allah'tan geldiğini biliyor musun?" dedi. "Evet." dedim. "Babanın inancı nasıl?" diye sorunca yine cevap veremedim. Bana, "İşte, sizin zayıf halkanız bu!" dedi. "Burdan üç gün içinde taşının, yoksa ailenizden biri zarar görecek." dedi. "Ne! Taşınmak mı! Babama bunu nasıl kabul ettiririm?" diyince, "Bu, beni ilgilendirmez." dedi. Kapıya doğru yöneldi. Gidiyordu. Sonra bana dış kapıdan bakarak, "Hani su içmeye giden çoçuk vardı ya..." Hiçbir şey diyemedim. Sadece, "Evet?" şeklinde kafamı salladım. "O, bendim." deyip hızla uzaklaştı.Hızlıca ayağa kalktım. Kapıya koştum. Daha sorularım bitmemişti. Ama o çoktan gitmişti. 

O gün hoca öyle diyince, annemle, "Artık bu evde kalamayız." diye konuştuk. Kardeşim de kendine gelmişti babamı zor bela ikna ettik. Hem de tam da üçüncü günde. (burda, babamın başına bişey geldi ve şimdi dini bütün bir insan oldu) Ve o evden taşındık. 
Aradan üç yıl geçmişti. Birgün, o mahalleye işim düşmüştü. gittiğimde, "Eve de bakayım." dedim. Kocaman bir bahçesi vardı. Ev, üç katlıydı. Babam, orayı bir mütahite vermişti. Yıkılsın, evler yapılsın diye; ama mütahitin yıkım işlerinde hep aksilikler olmuş. İşcilerden biri, aklını kaçırmış, biri de ağır yaralanmıştı. Mütahit de yıkamıyacagını anlayınca, o ev öylece kaderine terk edilmişti. 

Bahçe kapısına kilit vurmuşlardı ve "İçeri girmek tehlikeli ve yasaktır!" diye bir tabela asılıydı. Evin bahcesine bakarak geçerken, evin kapısının aralandıgını gördüm. Ev, sanki beni cagırıyordu. Arkama bakmadan dönüp gittim ve bir daha o mahalleye, hatta o evin bir mil yakınına bile yaklaşmadım. 

Bir Cin Çağırma Hikâyesi 

14 yaşımdayken birgün İsviçre'de arkadaşlarla cin çağıralım dedik ve bu konu hakkında bir sürü bilgi edindik. Yaklaşık 1 hafta sonra, ilk seansı denedik ve başarılı olduk. Bu seanslar, çok heyecanlı olmaya başladı ve biz bunu sürekli tekrarladık... Ben, bu konuyla arkadaşlarımdan daha fazla ilgilendiğim için onlara daha da yakınlaşmak istedim! Önceleri başarılı olamadım ve cinlere inancım azaldı. Derken, 15 yaşlarımda bu olayları rüyamda yaşamaya başladım ve gerçek hayata geçti. Yavaş yavaş sevmediğim insanlara küçük zararlar gelmeye başladı. Artık birşeyler olmadan önce, hissedebiliyordum bu da beni çok mutlu ediyordu ve ben, gittikçe kendimi onların yanında hissetmeye başladım! 16 yaşımda, Türkiye'ye temelli dönüşümde onlar da benimleydi. Bu şekilde çok güzel ve ilginç yıllar geçirdim ve 18 yaşıma geldiğimde bir radyoda DJ'likle uğraşıyordum. Bir gece nöbeti sırasında, yine yalnız değildim; ama bu defa bunu hissetmek, bana mutluluk vermiyordu. Aksine huzursuz olmaya ve boğulmaya başladım. Bir ses geçirmez stüdyoda, ilginç bir şekilde birinin nefesini ensemde hissettim ve tüylerim ürperdi. Hatta ilk defa korktum! Tüm bunların yorgunluktan ve uykusuzluktan olabileceğini düşünerek mutfağa bir bardak su almaya gittim. Tam arkamı dönüp ışığı söndürürken, biri arkamda adımı fısıldadı ve o an korkudan kanımın çekildiğini hissettim. En kötüsü de, radyonun olduğu binadaki daireler işyerleriydi ve gecenin saat 02:30 da benden başka hiç kimse yoktu! Tam bu sırada, bu düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan ikinci ve daha şiddetli bir sesle irkildim ve stüdyoya kaçıp (belki aptallık ama) kapıyı kitledim! Yerime oturdum, suyumu içtim ve müziği sonuna kadar açtım; ama yine de bu durumdan kurtulamadım, çünkü bu defa omzuma bir el hissettim!!! Dona kaldım... Hiç kıpırdamadan korkarak karşımdaki aynadan arkamda olup bitenleri kestirmeye çalıştım ve gördüklerim beni dehşete düşürdü!!! Arkamda bir takım gölgeler yer değiştirip duruyordu sanırım 7-8 tane! Panik halinde radyodan resmen kaçarak ve ağlayarak aşağı indim. Tek düşündüğüm, motoruma atlayıp ordan uzaklaşmaktı; ama motoru çalıştıramadım! Bir kaç kez denedikten sonra başardım ve süratle eve gittim. Tam eve yaklaşırken motor birden durdu. Motorun sesini duyan köpeğim ,koşarak geldi ve beni tanımamış gibi davranıp (ki bu hiç yapmadığı bişey) kaçtı! Ağlayarak hızla eve girdim. Annem büyük bir panikle uyandı ve sonra bir kaç arkadaşımı gecenin saat 03:00 ünde panikle eve çağırdım. O gece hiç birimiz uyumadık ve yalnız olmadığım için kendimi daha iyi hissettim. Ertesi gün farklı farklı hocalara gittik ve yapılması geteken ne varsa yaptılar. Ama tüm bunlar yetmedi ve peşimi bırakmadılar ve en kötüsü artık onlara alışmaya başlamıştım! Sonra sadece birisini çok net bir şekilde bulunduğum her ortamda görmeye başladım! Bir bayandı ve sürekli karşımda, yanımda, hep yakınımda bir yerlerde oturup gülerek beni izliyordu! Onun varlığı, artık bana korkudan çok rahatsızlık vermeye başlamıştı. Çünkü; elini tuttuğum veye dokunduğum kızların o an ya burunları kanıyordu, ya düşüp bir yerlerini incitiyorlardı, ya da bir yerleri ağrıyordu! Böyle devam edemeyeceğimi düşünüp onu ciddiye alıp dinlemeye karar verdim. Bu arada tekrar hocaya gidip bu konuyu danıştım ve benzer olaylarla karşılaşan insanlarla görüştüm. Onun beni rahat bırakması için tek bir isteği vardı o da; cinsel beraberlik! Ama ben bunun yalan olduğunu ve bir kez beraber olduktan sonra ömür boyu onun esiri olacağımı öğrenmiştim! Sürekli beni tahrik ediyordu ve kendime zor engel oluyordum. Bu sırada bana yardımcı olan bir hocanın tavsiyesiyle istanbul da bir medyuma gittim. 3 gün, onun evinde kaldım ve çok değişik yöntemler uyguladı. Sonuç mu: Bu başımdan geçen olayı kız arkadaşımla beraber hem de hiç bir yerine bir şey olmadan sizlere aktarabildik! Tek tavsiyem hayatınızı daha heyecanlı kılabilmek için bu olaylarla ilgilenmeyin. Çünkü kaybettiğiniz şey yine kendi hayatınız!!!! 

Bir Ruh Çağırma Daveti 

Merhabalar. Sizlerle bunda 18 yıl önce liseye giderken arkadaşlarımla beraber yaptığımız bir daveti ve sonrasında yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum. O zamanlar ilk yarı yıl tatili yaklaşıyordu. Dersler boş geçtiği için çoğumuz okulu kırıyorduk. 6 arkadaş birinin evinde toplandık 4 kız, 2 erkek olarak. Arkadaşımızın annesi, bizi rahatsız etmemek için başka bir yere gitti. Ev, bize kaldı. Bir süre muhabbetten sonra konu filmlere oradan da ruh çağırma olaylerına geldi. Daha önce İran'da yaşamış ama Türkiye'ye yerleşmiş olan Gita adındaki arkadaşımız bize nasıl ruh çağırılacağını, orada insanların yaptığını ve herşeyi sorup cevabını alabileceğimizi söyledi. Ben, bu işlerle ilgilenmeme rağmen arkadaşlarım bilmediği için işi makaraya aldım.Diğer arkadaşım da aynı benim gibi yaparak işi şakaya vurdu. Fakat kızlar, "İlla ki yapalım." diye ısrar edince, "Tamam." dedik. 
Gita'nın istediği malzemeler masaya kondu (Davet yöntemini anlatmayacağım). Hepimiz masanın etrafına oturup el ele tutuştuk. Gita bazı şeyler söyleyip daha önce hazırladığımız malzemelerle davete başladı. Biz tabii hala işi şakaya vuruyoruz. Derken bir sessizlik çöktü üstümüze. Herkes el ele tutuşmuş sanki ağırlaşmıştı. Ama kızlardan bazıları resmen titriyordu. Yaklaşık yarım saat sonra masanın ortasında duran ayna sanki kararmaya başladı. herkes biribirine bakıp, "Tansiyonum falanmı düştü?" diye düşündü. Daha sonra aynada resmen dumanlar belirmeye başladı. Bu arada çığlıklar koptu tabii. Ama Gita, seansı bırakırsak başımıza bela olacağını söyleyip devam etmemezi sağladı. Aynada birimiz dışında hepimiz dumana benzer görüntü görüyorduk. Yalnız ev sahibi olan arkadaşımız, gülmeye başladı. Öyle bir gülüyordu ki, biz "Aklını kaçırdı..." dedik. Herkes de renk bembeyaz oldu. "Ya bize gele gele bu çocuk mu geldi!" deyince bizde iyice film koptu. O, aynada bir çocuk görüp duyuyordu ama biz sadece duman görüyorduk. Sonra konuşmaya başladı onunla. "Adın ne? Ben hangi okula gidiyorum? Tayfun beni seviyor mu?" falan. 
Yanındaki kıza dönüp, "Baban iş için İzmire gidecek bu akşam." dedi. Kız dondu kaldı. Bana, "Kimyadan zayıf alacaksın." dedi. Kısaca, herkese bişeyler söyledi. Sonra da "Şimdi gidecekmiş; ama sonra yine gelecekmiş." dedi ve seans bitti. Hepimiz şok olmuş bir vaziyette "ya sen bizi kandırdın değil mi" falan dedik. O da bir sürü yeminler etti ve çok eğlendiğini anlattı. 
Sabah okulda buluştuk. Kız arkadaşımızdan biri, "Babam akşam iş için İzmire gitti " deyince şok olduk. Ben o gün kimya sınavından zayıf aldığımı öğrendim. Diğer söylediği şeyler de çıktı. Bu sefer, biz ona yalvarmaya başladık, bir daha çağıralım diye. Onbeş gün sonra aynı grup yeniden çağırdık. Ama ilginç olan, sadece soruları o sorarsa varlık cevap veriyordu. Seanslar böyle devam etti. Biz, sınıftaki diğer arkadaşlardan iyice kopmuştuk. Her fırsatta "Ne soracağız, ne yapıcağız?" diye toplanıp düşünüyorduk. Birkaç seans sonra, varlık beni ve bir arkadaşımızı bundan sonraki seanslarda olmamamızı istemedi. Sebebini hiç söylemedi. Birkaç ay sonra diğer arkadaşlarımızı da istemedi ve seans yapma olayımız bitti. Ancak O arkadaşımız sürekli görüşüyordu. Hatta o varlığın sürekli onun yanında olduğunu ve onu koruduğunu söylüyordu. Kızın bakması, yürümesi değişmişti sanki. Birgün, dersin ortasında kalkıp yandaki çocuğa, "Sen, benim için nasıl böyle düşünürsün!" dedi ve saldırdı. Çocuğun hiçbirşeyden haberi yoktu. Disipline verdiler ve uyarı aldı. 
Yine birgün, dersini yapmadı diye öğretmen ona kızdı. O da öğretmene, "Akşam, kocan eve gelmedi diye hırsını benden mi alıyorsun!" dedi. Öğretmen, dondu kaldı. Yine disipline verdiler. Bir hafta uzaklaştırma cezası aldı. Döndüğünde tamamen değişmişti. Hiçkimseyle konuşmuyordu. Sadece boşboş oturuyordu. Ailesini okula çağırdılar ve konuştular. Psikoloğa götürdüler. Daha kötü oldu. En kötüsü de bizi düşman ilan etti. İnsanların sırlarını açığa çıkarmaya başladı: Herkes ondan nefret ediyordu. Birgün, "Siz bu servise binin, hepinize soracağım." dedi. Yolda servisin tekerleği patladı, duvara çarptık. Birkaç kişi, hafif yaralandı. O kız, sanki tam bir şeytan olmuştu. O zamanlar öğrendiğimize göre evde anne ve babasına da böyle tehditler savurup korkutuyormuş. Aileside çaresiz kalmış. Doktorlar bir çare bulamamış. 
Okulun kapanmasına birkaç gün kala, ailesi okuldan kaydını aldı. Taşınıyorlarmış. Zaten okula da gelmiyordu o aralar. Sebebini ve onu sorduğumuzda annesi, geçen gece, "Bu akşam ben uçacağım. Bana o zaman inanacaksınız!" dediğini ve üçüncü kattan aşağı atladığını, bacaklarının ve kollarının kırıldığını, herkesin dilline düştüklerini, o yüzden de taşındıklarını söyledi. İşte birebir yaşadığım bir olay. Arkadaşımın şimdi nerede ve ne yaptığını bilmiyorum. Davet yapmadan önce bir kez daha düşünün. 


Cinle Dalga Geçme 

17 yaşındaydım ve annemin memleketi olan Giresun'daydık. Döndü Abla, o sıralarda 22 yaşında falandı (annemin amcasının kızı). O'nu her gece cinler döverdi ve üzerinde taşıdığı Kurân'ı çikarması için baskı yaparlardı. Birlikte yatıyorduk onlarda kaldığım zamanlarda; ama sabahları vücudunun her yerinde morluklar oluyordu. Bendeyse hiçbir şey olmuyordu ve hiçbir şey de hissetmiyordum... 
Bir gece, Döndü, ablası, ablasının akrabası Emine ve onun nişanlısı, epey geç saate kadar oturduk. Döndü'nün annesi ise saat 11 gibi yattı, uyudu başka odada. Biz, hala sohbet ediyorduk. Saat, gece 02.00 olmuştu.. Ben, cin cagirmayi önerdim. Bu, onlara da cazip gelmiş olacak ki kabul ettiler. KİKİ adında kibrit cinini hepiniz duymuşsunuzdur. Bir kutudan 4 tane kibrit çöpü aldık ve cin cağirdık dualarla. Bu islerden çok iyi anlıyordu Döndü. Sorular soruyorduk. Kibritler de sağa sola hareketle bize cevap veriyordu. Ben, yaşımın da küçük olmasından dolayı bayağı zirvalamaya baslamıştım. Cinle dalga geçiyordum. Yanımdakilerse iyice korkmuşlardı benim cine ileri geri konuşmamdan! Beni sürekli, "Sus!" diye uyarıyorlardı. Neyse, bir müddet sonra ışık, kendiliğinden kapandı. Kalktım, düğmesine bastım, açtım. Arkamı döndüm ki tekrar "Çattt!" diye düğmeden kapandı ışık.. Bulunduğumuz oda köy evi oldugundan, mutfak ve oturma odası bir kullanılan bir oda.. Mutfak dolabı, zangır zangır titremeye ve tabaklar birer birer yere dökülmeye basladı.. Hepimiz, korkudan sapsarı olmustuk. TV açık değildi. Birden TV açıldı. O zamanlar, sadece TRT 1 gösteriyordu köy yerinde. Bilmediğimiz yabancı kanallar, fişek gibi açılıp kapanıyordu.. Biz, bin bir dua okuyarak cini göndermeye çalışıyorduk. Artık yorulduk ve kibrit çöplerini masanın üzerine bıraktık. Aman Allah'ım! Cin, gitmemişti, ve masanın üzerindeki kibrit çöpleri, kendiliğinden hareket ediyordu. Döndü'nün akrabası olan kadın, bayıldı bayılacak... 
Saat 04.00 olmuştu artık ve Döndü'nün akrabası olan Emine'nin nişanlısı eve gidecekti. Köy yerlerini bilirsiniz. Acayip sessiz ve ürkütücü olurlar. Evine gidecegi yol da ormanın içinden geçen ve derenin oldugu bir yer. Neyse, bu çıktı gitti ve biz, cini göndermek için uğraşmaya devam ettik.. Tabii ki başaramadık. Öyle kızdırmışım ki onu, her yeri darmadağın etti diyebilirim... Ve işin ilginç yani, yan odada yatan yengemin çıt bile duymamış olmasıydı.. Sabah ezanı okunurken, hepimiz korkudan ve uykusuzluktan uyuyakalmışız.. 
Yengemin sesiyle uyandık. "ORTALIGIN HALİ NE BÖYLE!" diye soruyordu. Ona anlattık. O da ürperdi ve kızdı bize.. Emine'nin nişanlısı da ertesi günü geldi ve gece eve gittiği yolda, onu taşlamıştı cinler. Bu taşlar, pek bir yerine isabet etmemişse de, omzuna ve alnına çarpmış ve oldukça morarmıştı.. Aynı gece, ben anneannemin evine gittim yatmaya ve o gece Döndü Abla'mı da çok sıkıştırmışlar ve acayip dövmüş cinler. Kız, günlerce vücudu ve yüzü morluklar içerisinde gezmek zorunda kaldı... Komşumuz olan bir hocaya olanları anlattık! Hoca bile dehşete kapıldı ve cinin, beni yaşım küçük olduğu için affettiğini, yoksa yetişkin bir insanın cinle o şekilde dalga geçse çarpılacağını, ağzının burnunun ters döneceğini söyledi... 

Evde Tek Başına... 

Bu hikayeyi bana kuzenim anlattı. Geçen yaz, başından geçmis ve benim haricimde kimseye anlatamamıs, inanmazlar diye… 
Halamlar, yani kuzenimin ailesi Ankara’da, Ayrancı’da 6 katlı bir apartmanın en üst katındaki dairede yaşıyor. Yaz tatili için ailesi Bodrum’a gitmiş ve kuzenim de final sınavlarından sonra onlara katılacakmış. Evde yalnız kalmaktan korktugu için en yakın kız arkadaşını beraber kalmak için eve davet etmiş; ama arkadaşının ailesi buna karşı çıkmış, 2 kız tek başlarına bir evde kalamazlar diye. O da mecburen katlanmış evde kalmaya ve de sınavlarına çalışmaya. 
Evdeki 2. yalnız gecesiymiş. Erkenden yatağına yatmış ve odasındaki televizyonu da açık bırakmış. Reha Muhtar’ın sesi kulaklarında 
çınlayarak uykuya dalmış. Bir ara bedeni hafifçe sarsılarak uyanmış ve hemen ardından gecenin sessizliği yırtan uğursuz ezan sesi ile irkilmiş. Gözleri hala kapalıymış. Ezanı okuyanın sürekli olarak “Cin, cin el-Allah” dediğini farketmiş ve odasında ufak bir ses duymuş, imamın bağırışına karışan… Televizyonun sesidir diye aldırış etmemiş ve tekrar uyumaya çalışmış. Ses tekrarlanınca ve bu sefer ona biraz daha tanıdık bir ses olarak gelince, annesinin sesi sanmış. Evde kendisinden başka kimse olmadığını hatırladığı anda gözlerini açmış ve de kapkaranlık odaya 
korku ile bakmış. Sese bir kez daha kulak vermis ve duydugu sey, ufak bir kiz çocuğununkini andıran ve arada bir yaşlı bir kadının sesine dönüşen, kesik ve kısık fısıltılarmış. O an, sırtından soğuk terler dökülmüş ve odasında başka bir varlığı hissetmesinin ona verdigi ürperti ile tüyleri diken diken olmuş. Yerinden kalkmaya çalışmışsa da, kıpırdayamamış. Çığlık atmış ama kendi sesini duyamamış. Sadece odasındaki o fısıltılar ve mırıldanmalar daha da güçlenerek, yüzüne dogru yavaş yavaş yaklaşmış. Artık kalbini saran dehşete ve kendisini felç eden, şimdiye kadar hiç hissetmedigi kadar güçlü olan bu korkuya dayanamayacağını düşündüğü anda, çalan kapı zili ile kendine gelmiş. Onun çıglıklarını duyan komşularının geldiğini düşünerek rahatlamış. Hemen yataktan fırlayarak, kapalı olan televizyonunun önünden geçip odanın ortasında bir ara durmuş ve karanlığa bakakalmış. Olanlara inanamıyormuş ve de sadece çok kötü bir kabus gördüğünü düşünerek, rahatlamıs. Birden, apartmanın içinde koşuşturma sesleri duymus. Bu sesler, kafese tıkılmış bir hayvanın ordan kurtulmak için delice koşarken çıkardığı toynak seslerini andırmış ona. Bu sesler, yavaş yavaş azalmış ve sonunda etraf, huzur dolu bir sessizliğe bürünmüş. Tam odasına geri dönecekken, sokak kapısından gelen şiddetli ve inatçı tekme sesleri ile istemeden de olsa kapıya yönelmiş. Kapı deliğinden bakmış önce, ama apartmanın içi zifiri karanlıkmış. Işığa basmış ama kapı önünde kimsecikler yokmuş. Komşular gitti heralde diye düsünmüs ve de kapıyı yavasça açmış… Ve gördüğü sey, hemen önünde duran ve ona kızgın gözler ile bakan kıllı bir keçi olmuş. Neye uğradığını şaşırarak korkuyla yerinden zıplamış ve de başından aşağı kaynar sular dökülerek, o an bilincini kaybederek bayılmış. Uyandığında ise yatağındaymış. Odasındaki garip kokuya aldırmayarak, mutfağa gidip, kendine bir kahve yapmak için doğrulmuş yatağından. Yatak altındaki terliklerini ararken, kendi kendine gülmüş boşu bosuna korktuğu için… Terliklerini bulmuş, onları giymek için ayağa kalktığı anda ise, kulaklarını tırmalayan “ONLARI GİYMEEEEEEEEEEEE!!!!!!!!!” diye bağıran bir cırtlak ses, onu tekrar bilinçsiz bir uykuya daldırmış, gerisini hatırlamıyor… 


Hasan Amca ve Cinler 

İzmir'in Bergama Semti'nde, 1962 yılında, o dönem bağlarda çalışan Hasan adında dedemin bir arkadaşı olayı yaşayan şahış.. 4 tane çucuğu varmış zamanında. Bağlarda çalıştığı için de eve uzak olduğundan dolayı, çalıştığı bağın hemen önündeki ufak ker*** bir evde uyuyomuş. O dönemlerde, genelde insanların geçimi ya tÜtün kırmak, ya da bağ bahçe işleri. Kıt kanaat geçiniyolarmış. 
Gecenin bir vakti, dedemlerin kapı çalınıyor. Şaşırıyorlar, "Kim bu saatte?" diye. Dedem, kapıyı açmış; gelen Hasan Amca... Kendi evi uzak olduğundan dolayı sanırım, ilk aklına gelen yer dedemgilin evi olmuş. Acayip perişan bir haldeymiş. O yaştaki adam, ağlıyomuş kapıda. Çok korkmuş. Neyse, içeri buyur etmişler. Anlatmaya başlamış. Uyurken, göremediği ama hissettiği birşey ona dokunmuş ve küçük ker*** evde adını sölemiş. O da çok korkmuş, kaçmış. Dedem, inanmamış haliyle. Daha sonra, beraber gitmişler. Zorla götürmüş bizimkiler, "Yoktur öyle birşey." diye. Gidip bakıyorlar, hiç kimse yok etrafta. Yalvarmış resmen, "Sizin bahçede de yatarım; ama burda kalmayım!" diye.O geceyi bizimkilerde geçirmiş. 
Daha sonraki gecelerde de aynı olay tekrarlanmış. Korkudan sanırım, deliriyor adam. Hemen hastaneye kaldırıyorlar. Çünkü yaz günü, kazaklar falan giyiyomuş. Birkaç hafta sonra, dedemlerin kapı yine çalınıyor gece. Dedem açıyor kapıyı. Karşısında en yakın arkadaşı. Hastaneden kaçtığını düşünüyor. Dedeme garip bi ses tonuyla, "Gel," diyor, "Gidelim." Korkup kapıyı kapamış dedem de. Çünkü yüzündeki ifadeyi hiç beğenmemiş. Birkaç gün sonra, hastaneden ölüm haberi geliyor. Neden öldüğünü bilmiyorum. Bergama'da, Ulucami'de naaşını yıkarlarken, imamın dediği olay ilginç. Kolunda arap hafleriyle yazılmış bir iz farkediyorlar.. Dedeme söylüyolar. Zaten en son gece eve gelenin de ne olduğunu hep sormuştur kendisine herhalde. Daha sonra bir çok gece, dedem rüyalarında arkadaşını görüyor. Dedem, vefat etmeden önce bana anlatırdı bunu. Ben de tırsardım. Şimdi ne zaman gecenin bir yarısı kapı çalsa, bu olay aklıma gelir. 


Garip Bir Hikaye 

Bu olayın tüm tanıklarıyla ayrı şehirlerde ve farklı zamanlarda görüşme olanağım oldu. Hepsi de, harfiyyen aynı şeyi anlattı bana. Ben de aynı garip olayı, olayın şahitlerinden birisinin ağzıyla size aktarıyorum; 
«Babamız, evimizden uzaktaydı. Evimizde sürekli bir tedirginlik ve huzursuzluk vardı. Yedi kardeştik ve köy evimizde biz kızlar, annemizle birlikte aynı odada uyuyorken, abilerimiz yan odada uyuyordu. Ben, o devirde 13 yaşındaydım. Evimizin odası beyaz kireçti. Geceleri korkmayalım diye, bir gaz lambası, kısık ateşte sürekli yanardı. Ancak duvarlar beyaz olduğundan, az ışık da olsa odada herşey seçilebiliyordu. Ben, iki kız kardeşimle yer yatağında yatıyordum. Annem, divanda yatıyordu. Yatağa gireli bir kaç saat olmasına rağmen, ben uyuyamamıştım. Tavana bakıyordum. O sırada odamızın kapısı açıldı. İçeri kafasında şapka bir adam girdi. (Bu şapka dediği şey, örgü bere) Babamız evde olmadığı için, dayım köyümüze gelerek sık sık bizde kalırdı. "Yine geç vakitte dayım geldi." diye düşündüm. Ardından adamın arkasından odaya bir kadın girdi. Adam önde kadın arkada, gaz lambamızın asılı durduğu duvara yürüdüler. Adamda pantolon yerine, aşağıdan iple bağlanmış bir kapri vardı. Kadın, beyaz bir elbise giymişti. Siyah saçları beline kadar arkadan uzanıyordu. Hiç konuşmadılar ve lambanın yanında durdular. Her ikisi de bir süre lambanın fanusundan içeri baktılar. O anda, her ikisinin de yüzünü net olarak gördüm. Bu kişileri tanımıyordum. Dayım olmadığını anladığım da çok korktum. Heyecandan dilim tutulmuştu. Ardından adam, gaz lambasının ışığını biraz açtı. Herşeyi artık daha net seçebiliyordum. Işığı açtıktan sonra, yine adam önde, kadın arkada yürüyerek odanın duvarından dışarı çıktılar. İşte o anda, “Anneee !!!” diyerek sessizce ağlamaya başladım. Annem, hızla ellerimi tuttu. “Korkma kızım sende gördün mü?" dedi. Olaya odada bulunan annem, ben ve ablam, aynı anda şahit olmuştuk. Annem, sonra bizi şöyle teskin etti. “Kızlarım!!! korkmayın, bunlar bize zarar vermek için gelmedi. Hanemizin ışığını arttırdılar. Herşey daha iyi olacak.” O gece korkuyla biribirimize sarılarak uyuduk. Annem, o gaz lambasını korkudan bir daha söndüremedi. Onu yanık bir şekilde vitrinin üzerine koydu. Lamba, orada kendi kendine gazı bitene kadar yandı. Lambayı söndürmememiz içinde bize tembihte de bulundu. Sanırım, evimize gelenlerin açtığı ışığı söndürmeye korkmuştu…Bu olayı kimseyle paylaşmadık. Aile sırrımız olarak uzun süre içimizde yaşattık…» 
Bu olayı, olayın tanıklarına ayrı zaman ve mekanlarda sordum. Hepsi, yaşanan bu olayı aynen teyit etti. Yaşları şu anda epey ilerlemiş bu sıradan kadınların, aradan yıllar geçtikten sonra böyle bir hikaye uydurmalarının hiç bir anlamı olmayacağı kanaati bende oluştu. Hatta, olayı duymuş olmama epey şaşırdılar. Sanırım, birbirlerine çok iyi tembihlemiş olacaklar veya bu sır dolu olayı unutmak istemelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Genelde, olayı anlatışları yorumdan uzak, kısa ve özdü. Bu tip olayı anlatanların heyecanla, ballandırarak bezedikleri cümleler kurmadılar. "Yaşandı bitti! üzerinde durmuyoruz." havasındaydılar. Tüm bu izlenimlerim, bana bu olayın gerçekliliği konusunda daha da inandırıcı düşünmeme neden olmuştur. 

Mezarlıktaki Heykel 

Genç kızlar, korkunç efsanelerin çoğunda başroldeler. İngiltere’de yaygın olan bir hikayede anlatıldığına göre, bir grup kız, bir gece korkunç hikayeler anlatıyorlarmış birbirlerine. Laf dönüp dolaşmış ve gece mezarlığa girip giremeyecekleri tartışmasına dönüşmüş. Kızlardan biri, “Girmek ne ki, sabaha kadar bile otururum ben orada.” demiş. 
Yaparsın, yapamazsın tartışması sürerken, korkmayacağını söyleyen kız, üzerine montunu alıp fırlamış dışarı. Giderken de, “Sabah beni mezarlıktan almaya gelirsiniz. Herhalde gündüz vakti korkmazsınız di’mi?” demiş gülerek. Kızlar, engellemeye çalışmışlar ama nafile, dönmemiş sözünden cesur kızımız. 
Evde kalan kızlar, sabahın ilk ışıklarıyla arkadaşlarının yanına yani mezarlığa gittiklerinde, onu yanında mermer bir heykel olan bir mezarın üzerinde bulmuşlar. Kız, gözleri pörtlemiş bir halde cansızmış ve mezardaki heykelin elleri kızın boynundaymış. Sonradan öğrenmişler ki, mezarın sahibi, nişanlısı son anda evlenmekten vazgeçtiği için intihar eden bir gençmiş. Heykel, ölü kadınlardan intikamını işte böyle, kızı öldürerek almış. 

Musalla Taşı 

Köyümüz, Tipi Köy Iç Anadolunun en eski köylerindendir. Köyümüzün mezarlığı, evimizin tam karşisındaydi. Komşumuzun bize, "Orada garip seyler gördüm,." demesi, bizi ne kadar ürkütse de inandırmıyordu. Ta ki Burak arkadaşımın sünnet gecesine kadar. Birden, arkadaşımın hediyesini evde unuttugumu farkettim. Gece, garip olayların olduğunu bildigim için, eve gitmeye korkuyordum. Eve yaklaştığımda, bazı çığlıklar duymaya basladım. Musalla taşının üzerinde garip ışık büzmelerinin daire biçiminde döndügünü gördüm ve birden at sesleri gelmeye basladı. İleriye dogru baktığımda, atin üzerine binmiş bir gelinin hızla musalla taşına doğru geldigini gördüm. Gelin, bir süre musalla taşının etrafında dolaştıktan sonra, mezarlığa girerek ağıt yakmaya basladı. Ben, bu arada korkudan ne yapacağımı şaşırdım. Daha sonra, bir düğün alayının gelip gelini alarak oradan hızla uzaklaştığını gördüm. Ben de düğün yerine koşup olanları dedeme anlatmaya basladım. Dedem, bana inanmadı. Ertesi sabah, mezarlığa bakmaya gittiğimde, bir gelin duvağını bir mezara baglı olarak buldum.Bu duvaği dedeme gösterdigimde, dedemin ağladığını ve bu duvağın savaşta, gelinken sehit olan ablasına ait oldugunu ve mezarınsa sevdiğine ait oldugunu söyledi. Birkaç yıl sonra, Akşehir Gölü'nün taşmasıyla köyümüz sel altında kaldi. Bir daha böyle bir olay görülmedi. 

Ölen Babaanne 

Liseli bir genç kız, babaannesiyle yasamaktadır. Birgün, okuldan eve gelir. Babannesi, salonda oturmaktadır. Babannesi, genç kıza bakar ve kendisine su getirmesini ister. Kız da mutfağa doğru yürürken, telefon çalar ve arayan babaannesidir. Komşuya gittiğini, yarım saate kadar geleceğini söyler kıza ve kız hayretle sorar: "Babanne, sen evde değil misin? Burda, sana çok benzeyen biri var." der. Babannesi kıza, "Senden su mu istedi?" diye sorar ve kız, "evet!" der. "Derhal ona suyu ver ve evi 5 saniye içinde terket!" der. Kız, şaşkınlık içinde mutfağa gider ve suyu verip evi terkeder. Arkasına dönüp baktığında, ev yıkılmıştır ve ölen, kızın babannesidir..... 

Allahsız Osman 

İstanbul'da 1800'lü yıllar... O zamanın ünlü kabadayılarından Ustura Kemal ve arkadaşları, Karacaahmet Mezarlığı'nın karşısında bir evin bahçesinde çilingir sofrası kurmuşlar. İçki masası muhabbeti tüm hızıyla devam ederken, laf dönüp dolaşıp mezarlık ve ölü konusuna gelmiş. İçinde zırnık Allah korkusu ve vicdan bulunmadığını iddia ettiği için lakabı Allahsız Osman olan bir kabadayı, "Ulan ölü ne ki be?! Sen sağ olanlardan kork, ölüden kimseye zarar gelmez" demiş. Ustura Kemal da muhabbeti koyulaştırmak için, "Ulan Osman, madem ölüden korkmuyosun, gel şunu iyiden iyiye ispatla bize!" diye dalga geçmiş. 

Allahsız Osman, bunu nasıl yapacağını sorunca; Ustura Kemal, "Aha şu karşıdaki Karacaahmet mezarlığını görüyosun. Madem Allah'a inanmaz ve ölüden korkmazsın, bu gece 12'de mezarlığa girip sana vereceğimiz kazığı mezarlığa içinde bi yere çak. Sabah biz gidip, kazığın orada olup olmadığına bakarız. Eğer orada bi kazık varsa seni takdir ederiz" demiş. Allahsız Osman, aslında, gece mezarlığa girmek bir yana, yanından geçerken bile türkü söyleyen bir adammış. Ama yiğitliğe leke süremeyeceğinden, "Peki ama siz de benimle gece gelip, mezarlık çıkışında bekleyeceksiniz." demiş. Zaten bu konuşmalar akşam saatlerinde yapılıyomuş, gece yarısı kalkıp Karacaahmet Mezarlığı'na gitmişler. 

Osman, gece karanlığında mezarlığın büyük kapısından içeri girmiş. Herkesin Allahsız Osman olarak bildiği o cesur (!) kabadayı, mezarlığın içinde salavatlar getirerek bi elinde kazık, bir elinde çekiç ilerlemiş. Bir mezarın yanına geldiğinde alelacele eğilip kazığı yere çakmış. Korktuğu için de hemen oradan uzaklaşmak istemiş. Ama birşey, giydiği setrenin, (o zamanlar erkeklerin giydiği uzunca eteği olan bi tür giysi) ucundan tutmuş. Allahsız Osman vargücüyle, "İmdaaat! Ulan yardım edin. Ölü beni tutuyooor!" diye feryat etmiş; ama kendinden epey uzakta olan arkadaşlarına sesini duyuramamış. Bağıra çağıra mezarın üzerine yığılıp, kalp krizinden oracıkta ruhunu teslim etmiş. 
Uzunca bir süredir mezarlığın dışında bekleyen arkadaşları, Allahsız Osman'ın kendilerine oyun oynayıp, mezarlığın öteki kapısından çıktığını düşünüp dağılmışlar. Ertesi sabah ise, Ustura Kemal ve arkadaşları kazığın çakılı olup olmadığına kontrol için Karacaahmet Mezarlığı'na gelmiş. Bi bakmışlar ki, Allahsız Osman, kazıkla beraber setresinin ucunu toprağa çakmış durumda, bir mezarın üzerinde cansız yatıyomuş. 
A-N-N-E 

Anlatacağım olay başımdan geçtiğinde, Bursada Milli Piyango Anadolu Lisesinde lise 1. sınıf okumaktaydım. 7 kişiden oluşan bir arkadaş gurubumuz vardı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez ve ne yaparsak hep beraber yapardık. Okulda canımız çok sıkıldığında kimin evi boşsa o arkadaşın evine gider ve akşam okul çıkış vaktine kadar orada vakit geçirirdik. 

Birgün gene, "Okuldan kaçıp ne yapalım?" derken; S. isimli arkadaş, evlerinin boş olduğunu, ailesinin Rusya'dan gelen akrabalarını almak için İstanbul'da olduklarını söyledi. Ve en erken 1 gün sonra geleceklerdi. Biz, her zamanki gibi makarna, patates vs. alıp onların evine gittik. 

Yemek yeme faslı falan bittikten sonra oturup televizyon izliyorduk. Hepimiz, sıkılmıştık ve yapacak bir şeyler arıyorduk ki, arkadaşlardan biri, cin çağırmayı önerdi. İhtiyacımız olan şeylerse bir kahve fincanı ve alfabenin harflerini yazacağımız kağıt parçalarıydı. Geniş bir tepsinin üzerine bütün bir alfabeyi dairesel şekilde kağıt parçalarına yazdık ve fincanı ortasına koyduk. Yapmamız gereken, okumasını söylediği duaları okuyup cinle sohbet etmeye başlamaktı. Bu gibi olaylara o güne kadar kesinlikle inanmadığımdan dolayı ben hala işin ciddiyetinde değildim ve zaten bilmediğim için dua okumadım. 

7 kişi birden parmağımızı fincanın üstüne koyup duaları okuduk sonra, cine, "Geldin mi?" diye sorduğumuzda, fincan, "Evet." yazısına doğru kaydı. Ben, hala inanmıyordum; ama ortam bozulmasın diye hiçbir yorum da bulunmuyordum. Yaklaşık yarım saat boyunca,"cin" e çeşitli sorular sorduk ve kimi zaman güldüğümüz, kimi zaman inanmadığımız cevaplar aldık. Ama bütün gülüşmelerimiz ve eğlencemiz, dehşet anını yaşadıktan sonra ortadan kayboldu! 
"Cin" , sorularımızdan birini cevaplarken, birden fincan tepsinin ortasına geldi. 2-3 defa dairesel bir hareket yaptıktan sonra, sırasıyla "A", "N", "N", "E" harflerine gitti. Hiçbirimiz bi anlam veremedik. Ancak 1-2 saniye sonra evin kapısı açılıp S.nin annesi eve geldiğinde hepimiz şok olmuştuk! 

Gece Müzik Dinlerken 

Geçici bir süre için annemin babaannesinin şehir içindeki eski evine taşınmıştık. Evin bulunduğu bölge, diğer binaların arka kısmında kalıyordu ve evin ön tarafı bahçe olmakla birlikte yan tarafındaki okulun bahçesine bitişik olarak bir duvarla ayrılıyordu. Okulun bulunduğu bölge, uzun zaman önce mezarlıkmış. Kentleşme büyüdükçe, mezarlığı taşıyıp okul kurma kararı alınmış. Fakat "Sarı Kız" isminde bir yatırın mezarını bir türlü kaldıramamışlar. Buna yeltenen makinaların her biri muhakkak arızalanıyormuş. Bundan dolayı kaldığımız evin bahçesinden hemen çıkışında sol tarafta bu yatırın mezarı vardı. Temiz kalpli insanların bu yatırı gece yarısı saatlerinde bölgesinde bulunan eski bir çeşmeden takunyalarıyla giderek su aldığını gördüğü söylenir. Topuklarına kadar uzun sarı saçlarıyla genç bir kız görünümünde olduğunu duymuştum. Bu yatırın eve yakın olmasından rahatsızlık duyuyor ve geceleri evde rahat olamıyordum. Zamanla bir şey olmadığını görmüş ve rahatlamıştım haliyle. En büyük zevklerimden biri de müzik çalarken uyumaktı. Tarkan'ın ilk kaseti çıkmıştı ve ''Asla'' isimli parçasından çok hoşlanıyordum. Kaseti aldığımın ilk gecesiydi. Ve o şarkıyla uyumak üzere teybimi hazırlamış ve üstelik eğer uyuyamazsam tek kaset yetmez diye düşünerek ikinci bir kaset koymuş ve continue play durumuna yani ilk kaset bitince ikinci kasete başlaması için hazırlamıştım. 01:00 civarı yatağıma uzanarak müzikli düşüncelerle uyumaya çalışıyordum. Hava biraz soğuk olduğu için yorganıma iyice gömülmüştüm. Uykunun o ince çizgisine gelmiş ve müzikten dolayı iyice gevşemiştim. Artık uyku moduna geçtiğimi düşündüğüm bir anda, teybimden "çıt çıt" diye bir ses geldi. Bu ilk kasetin bittiğine işaretti. Fakat sessizlik olmamıştı; yani çalan parça, yarıda idi. Buna anlam veremeyerek gözlerimi açmıştım. Yanılmış olabilirdim. "İkinci kaset başlamalıydı bu sırada..." diye düşünürken tekrar "çıt çıt" diye gelen iki sesle ikinci kasetinde başlamadan önce kapandığını hissettim. Yıllardır kullandığım teybimi iyi tanıyordum. Bu şekilde kapanmasına mekanik olarak imkan yoktu -ki elektrikler gitmiş olsa bile otomatik olarak kapanmazdı-. Bu anlam veremediğim olaya karşı yatağımdan doğrularak yavaşça teybimin olduğu tarafa bakmaya çalıştım. İçerisi loş olduğu için teybimi seçemiyordum. Anlam veremediğim bu olaya karanlığın içinde öylece bakakalmıştım. İçimde kötü bir his belirmişti ve korktuğumu hissederek kımıldayamıyordum. Nitekim annemler de hemen yan odamda uyuyorlardı. Bu, bana az da olsa cesaret veriyordu. Fakat odada yalnızdım. Bu olanlar, bir kaç saniye içerisinde oluyordu. O doğrulmuş halimle yatağımda tuhaf bir sallanma olduğunu sezmiştim. Hafif bir biçimde sağa ve sola sallanıyordu bedenim. kalp atışlarımı da duyuyordum. Bu sallantı kalp ritmlerimdenmi kaynaklıydı çözemedim. Evin tavanı ahşap malzemedendi ve tam üstümden başlayarak gittikçe güçlenen bir gümbürtü diğer odalara kadar hızla ilerledi. Bu an, şok anımdı. Bir veya iki saniye gümbürtünün dinmesini bekledim. Ne annemlerin varlığı ne de yatağımdaki sallantı aklımdaydı. Mantıksız olaylar üst üste geliyor ve canıma okuyordu. Tüm bedenim kaskatı olduğu halde beynimden bir-iki saniye içinde sayısız dua döküldü. İşe yaramış mıydı bilmiyorum; ama o gümbürtü geri dönmemişti. Bundan istifade ederek yatağımdan dualarla birlikte fırlamamla hiçbir şey göremediğim o karanlık içinde lambayı yakmamı sağlayacak olan düğmeyi tek hamlede tokatlamıştım. Florasan olduğu için iki saniye daha beklemem gerekiyordu. İki gün gibi geçen o iki saniyeden sonra göz kırparak florasanın yanmasıyla içerini net olarak görebildim. Odamda hiçbir tuhaflık yoktu. Kalp atışlarımın gürültüsünden başka bir ses var mı, yok mu anlayamıyordum. Bir cesaret daha göstererek bilinçsizce kapımı açarak hemen yan odadaki annemlerin odasının kapısını araladım. Odamın ışığından yansıyan ışıkla annemin uyuyan yüzünü gördüm. Uyanmamışlardı. Hemen odaya daldım ve birkaç saniye başlarında sağa sola bakındım. Annem, tavşan uykusu olan biriydi ve benim odadaki varlığımı hissederek gözlerini açtı. Ne olduğunu sordu. O gümbürtüye uyanmamış olması, hayret verici birşeydi benim için. Anlaşılan benden başka bunu duyan olmamıştı. Annemi odama çağırdım ve ondan önce giderek az da olsa rahatlamış biçimde teybimi inceledim. Herşey normaldi. Beni asıl hayrete düşüren içindeki kasetin durumuna baktığımda iki kasetinde hiç ilerlememiş gibi en başında sarılı biçimde durduğunu görmem oldu. Kendimden kuşku duydum. Anneme de hiçbir şey ispat edemedim. Annemin yorumu, gece tavan arasında dolaşan kediler hakkında oldu. Ben de o gümbürtüyü bir kedinin yapabilmesi için ancak dört bacağını ve kuyruğunu altından toplayarak deli gibi poposu üstünde zıplayarak ilerlemesi gerektiğini söyledim. Bir kedinin işi olamazdı. Sanırım başka güçler tarafından uyarılmıştım. Kısık bile olsa müzikten rahatsız olan komşularım vardı. O evden taşındıktan sonra da müzik dinleyerek uyumayı denesem de uyuyamadığımı gördüm. Bir zevkimden daha mahrum bırakılmıştım. 

"Gizli İlimler" Kitabı 

Dershaneden tanıştığım Ramazan adında çok samimi bir arkadaşım vardı. Ramazan, bana birgün, "Bizim köye gidelim. Sana köyü gezdireyim Hem de ailemle tanışırsın." derdi. Ben de, "Tamam. Müsait bir zamanda evden izin alır gideriz." demiştim. 

Neyse, ÖSS sınavına yirmi gün kala, yorgunluğumuzu atmak için kendi kendimize tatile girmeye, gezip eğlenmeye karar vermiştik. Ramazan, "Fırsat, bu fırsat," dedi. "Git babana durumu anlat...". Ben de durumu babama açıkladım. "Arkadaşımın köyüne gitmek için bana izin verir misin?" dedim. O da, "Tamam, üç-dört gün birlikte gezebilirsin." dedi. 

Ramazan’ı buldum ve köylerine gittik. İşte, ailesiyle tanıştık. Çay filan içtik derken; Ramazan, "Gel dışarı çıkalım." dedi. Biraz gezdikten sonra tekrar eve döndük. 

Ramazan’ın ailesi biraz zengindi. Bahçelerinde iki tane ev vardı. Evin birisi eski, diğeri yeni, yani oturdukları evdi. Ramazan, "Gel eski eve girelim, Eski eşyalara bakalım." dedi. Neyse, girdik eve. Eski gaz lambalarına, çakmaklara, tüfeklere baktık. Girdiğimiz odada eski kırmızı koltuklar, eski bir vitrin, dolaplar sandıklar vardı. Bir kaç eşyaya da baktıktan sonra, sandıklara geldi sıra. Ramazan ve ben, ayrı birer sandık aldık. Açtık sandıkları... İkimizinkinden de kitaplar çıktı. Kitapları karıştırırken içlerinden bir kitap gözüme çarptı. Kitabı elime aldım zor çıkardım sandıktan. Adeta dökülüyordu. Kitabın kalınlığı 30-40 cm vardı. Yeşil ciltli ve başlığı "GİZLİ İLİMLER" adlı bir kitaptı. 

Kitabı aldım ve koltuğa oturdum. Karıştırmaya başladım. Kitabın içeriği cinler, ruhlar, dualar vb. korkutucu kavramlar. Kitabı okurken başım ağrımaya başladı. "Ramazan, bana bir hap bul, dayanamayacağım." dedim. Neyse, kitabı okuyorum... Hem korkutuyor, hemde heyecan veriyor. Bu arada Ramazan da başka şeylerle uğraşıyor. Kitap, cin çağırmadan ruh çağırmadan filan bahsediyordu. Bir saat kadar kurcaladım kitabı. Son sayfasına baktığımda, korkudan ölecektim. Ne mi yazıyordu? "Bu kitabı okurken başınız ağrıyabilir..." yazıyordu. Bir titreme geldi bana. Geriye yaslandım. Kulaklarıma uğuldama geldi. Ramazan'a gösterdim kitabı. O da inceledi. "Başınız ağrıyabilir." yazısını ona da gösterdim. Hayret etti. Kitapta yazanlardan, "Ruh çağırmayı yapalım." dedi. Ertesi gün, şehre dönüp yapacaktık. 
Akşam oldu, yatma vakti geldi. Üzerimdeki yorgunluk gitmemişti. Ben, uyuyamadım. Korkuyordum. Ramazan, uyumuştu. Onu kaldırdım. "Ben uyuyum, sonra sen uyu." dedim. Işığı filan yaktırıp başımda beklettim. Ben uyuduktan sonra o da uyumuş. Sabah olunca şehre döndük. Bizim evde kitabı açtık, tekrar inceledik. Kitapta yazan "Ruh çağırma"yı yapacaktık. Ramazan, "Yalnız ikimiz olmaz. Bir kaç kişiye de söyleyelim." dedi. Bir arkadışımıza daha söyledik. 
Kitabı açtık. Ruh çağırmayla ilgili gerekli eşyaları temin ettik. Eşyalar ise; yemek tepsisi büyüklüğünde cam parçası ve iki adet metal kapaktı. Karanlık bir odada cam parçasının üzerine kapakları koyduktan sonra iki kişi parmağını koyacak diğer kişi kitaptaki duayı okuyacaktı. 

Kitap; yapılacakların aklı bilinci yerinde, korkusu olmayanların yapmasını söylüyordu. Gelecek ruhun söylediklerimizi veya soracaklarımızı yapacağını, daha sonra itaat etmeyip bizi korkutacağı söyleniyordu. Örnek olarak da; "Mesela, gece yolda gidiyorsunuz. Bir adam gördünüz. Adama doğru yaklaştığınızı farz edin. O, adam değil aslında ruhtur. O da sizi korkutacaktır." diyordu. Yani en sonunda kafayı bozdurur, diye yazıyordu. Onun için çok tereddütteydik. 
Neyse, arkadaşlar, "Yapalım." dedi. Akşam, bizim evde toplandık. Işıkları kapattık. Eğer ruh gelirse, ya üniversiteyi kazanacak mıydık yada ÖSS soruları ne diye soracaktık. Cam parçasını yere koyduk. Kapakları da koyduk. Ramazan ve ben de parmaklarımızı kapaklara koyduk. Öbür arkadaşımız da kitaptaki duayı okumaya başladı. Korkudan terlemeye başladık. Öbür arkadaşımız kekeleyerek konuşmaya başladı. Yapamadık. Korkuyu yensek yapacaktık. Bir de karşımıza ne çıkacak, onu da bilemiyorduk. Başaramadık. 
Ertesi gün, kitabı Ramazan’a verdik, "Git, götür." diye. "Ben, götüremem; sizde gelin." dedi. Biz de, "Gelemeyiz, sen götür." dedik. Sonra, Ramazan Köye gitti. Annesinin anlattığına göre, Ramazan, eve gelmiş ve eski eve çıkmış. Uzun bir süre gelmeyince o da meraklanmış, gidip bir bakayım demiş. Sonra gitmiş. Bizim Ramazan, odanın ortasında kitap önünde diz çökmüş ve gözleri kapalı bir şekilde duruyormuş. Annesi, "Ramazan!" diye seslenmiş. Hiç ses çıkmamış. Bir kaç dakika sonra, annesi Ramazan’ın aklını yitirdiğini anlamış. Evet Ramazan, aklını yitirmişti. Bu basit bir şey değil; koca bir insan telef olmuştu. 

O günden sonra benimde uykularım bozuldu. 5-6 ay uyuyamadım. ÖSS yi de kazanamadım. Ara sıra Ramazan’ın yanına gidiyordum. Derdinin devasını kimse bulamamıştı. Sizlere tavsiyem; birgün, olurda "Gizli İlimler" adı altında bir kitap görürseniz yanına bile yaklaşmayın... 

Kara Keçi 

Kapı komşumuz Hüsnü bey amca anlatırdı... Urfa'da ki köylerinde bir zamanlar çok garip olaylar olmuş. Hala bu ürkütücü olayların devam edip etmediğini bilmediğini ama yine de emin olmadığını söylerdi bize. Çünkü köyüyle tüm ilişkisini koparmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla bu olanları sizinle paylaşmak istiyorum. Köylerinin adı "Karakeçi", nam-ı diğer "Cinli Köy". Çevre kasaba ve köylerin insanları, cinlerin musallat olduğu bu köyden ve orada yaşayan köylülerden olabildiğince uzak durmaya çalışırmış. 

1900'lü yıllarda Karakeçi'nin çok dindar birisi olan çobanı İbrahim bir gün sürüyü salmış otlağa ve de oturmuş bir ağacın altına. Rehavet basmış ve de uyuya kalmış. Esen hafif rüzgar onun suratını yalayıp geçmiş, o esnada birkaç hınzır kıkırdama duymuş. Hemen gözlerini açmış. Gördüğü şey çevresinde toplanmış ve başında bekleyen, ona sinirli sinirli bakan ve bağırıp çağırarak ağıza alınmayacak küfürler savuran koyun sürüsü olmuş. Hızla ayağa fırlayarak köye doğru koşmuş. Bir yandan da omzunun üstünden arkasına bakıyormuş, korkudan tir tir titreyerek. Kan-ter içinde evine varmış ve ev ahalisine soluk soluğa olanları anlatmış. Tabii ki kimse ona inanmamış. Gerçi o zamanlar "Gul Yaban"i rivayetleri çok yaygınmış ama yine de İbrahim'in anlattıklarını çok saçma bulmuşlar. Hatta onun delirdiğini sanmışlar. 

Olay bir süre sonra unutulmuş. Çoban, Hüsnü bey amcanın dedesiymiş. İbrahim, bir daha o otlağa gidememiş ve artık hiçbir koyuna bakamıyormuş. Bir gece, tuvaleti geldiği için evden çıkmış ve ertesi sabah boynu 180 derece dönmüş ve de gözleri çıkartılmış bir vaziyette, yerde yatarken bulunmuş. Bir kaç köpek, çobanın bomboş olan göz oyuklarını yalıyormuş ve de kalan et parçalarını kemiriyormuş. Tabiatı ile herkes onu köpeklerin parçaladığını düşünmüş. 

Çobanın oğlu Hüseyin, bir kaç yıl sonra evde yalnız kaldığı bir zaman, namaz kılmaya karar vermiş. 2. rekatının ortasında, ev hafiften sallanmaya başlamış. Adam, yine de devam etmiş namaz kılmaya. Bu sırada evde başka birşeylerin varlığını sezmiş. Onu ziyarete gelenlerin, etten kemikten olmadıklarını hissetmiş ve de onları göremediği için de korkusu ikiye katlanmış. Dualara devam etmiş, belki bu ifritler, iblisler gider diye; ama her ne kadar Allah'a sığındıysa da varlıklar gitmemeye kararlıymışlar. Secdeye vardığı anda üstüne ağır bir şey atlamış ve de sırtına binmiş. Hüseyin, durmadan Kelime-i Şehadet getirmiş ve her Allah dediğinde, üstündeki şey daha da bir bastırıyormuş. Adam, yüzü tamamen seccadeye yapışmış bir halde dualar okuyormuş. Kendi arkasından gelen bazı koşuşturma ve de kağıt yırtılması sesleri duymuş. Ayağa kalmak istediyse de yapamamış, yerinde doğrulamıyormuş bile. Artık o kadar ağlamasının ve yalvarlarının ardından sırtına çok sert bir tekme yemiş ve onların gittiğini hissetmiş. 
Bu olayı, akşam üzeri ailesine anlattığı zaman herkes ona inanmış, çünkü bir iki dakika önce her zaman evlerinin duvarına asılı ılan Kuran-ı Kerim'i paramparça bir halde dışarıdaki tuvalette bulmuşlar. Bütün köye ve de çevre köylere bu olay yayılmış ve köy bundan sonra "Cinli Köy" diye anılmış. Ama bu tip olaylar artık olmuyormuş. Hüseyin'de bu hadiseden sonra bir daha ağzına "Allah" lafını almamış. 10 sene sonra, Hüsnü bey amca 6 yaşındayken, babası Hüseyin yatağında ölü bulunmuş. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılmış ve de vücudu kaskatı kesilmiş. Köyün imamı gelmiş cesede bakmaya ve dualar okuyup üfledikten sonra, adamın ölmeden önce felç geçirdiğini ve de bütün ayak parmaklarının kırıldığını farketmiş. Ondan sonra bütün eve ve de ev halkına okuyup üflemiş ve de gitmiş. Hüseyin'in nasıl öldüğü anlaşılamamış, zira o gece yanında kimse yokmuş. Yalnız, Hüsnü bey amca, o gece babasının odasından bazı homurtu ve mırıldanmalar geldiğini duymuş ama önemsememiş. 

Hüsnü bey amca büyüdükten sonra Ankara'ya taşınmış, evlenip çocuk çoluğa karışmış. Dindar ve çok iyi bir insandı, hepimiz onu çok severdik. Bazı tuhaf hareketleri oluyordu ara sıra ama hiç gözümüze batmıyordu. Hüsnü bey amcayı geçen baharda gömdük. Ölmeden önceki gece tuvalete kalkmış ve ertesi sabah, yan daireden gelen çığlıklar ile uyandık. Onu salonun ortasında elleri kolları arkasına bağlı bulduk. Allah rahmet eylesin.

Ruh Çağırma 

Bu olayı anlatırken hala daha tüylerim kalkıyor ve ağlamamak için kendmi zor tutuyorum. Fakat bunu bilmenizi isterim ki benim başımdan böyle bir olay geçti ve ben bu olaydan sonra bir daha ruh çağırmamak üzere yemin ettim! İsteyen inansın istemeyen de inanmasın birini inandırmaya da zorlamıyorum zaten!! Adım belli, adresim belli, saklamıyorum onlar da yayınlansın! 

Bundan beş altı yıl önce, ben daha o zamanlar 14-15 yaşlarında iken, bir yaz günü aynı mahhallede oturduğum bir arkadaşımın evinde 4-5 kişi ruh çağırmak için taplanmıştık. O zamanlar da bu ruh çağırma olayları çok moda idi. Herkes birbirine hikayeler anlatıyor, ruh çağırıyor, başından geçenleri anlatıyor ve çoğu zaman da korkutmak için kafadan atıyordu. Yani şahsen ben hiç inanmıyordum. Bir çok defa da ruh çağırmıştık ve hepsi fiyasko idi. Hatta bir çoğunda aramızdan birini kurban belirleyip onu korkutuyorduk. Ortada bir şey yokken ruh gelmiş gibi yapıp o seçilen arkadaşımızı korkutmak için ruh çağırıyorduk. 

Herneyse, fakat bu son ruh çağıracağımız zaman gerçekten aramızda, ne seçilmiş bir kurban, ne de numara çeken biri vardı! Saat gecenin üçüydü ve arkadaşımızın anne ve babası uyuyordu. Biz de evin oturma odasına tam teşkilat yerleşmiştik. Gerçekten herkes o ortamdan biraz da olsa ürkmüştü ve herkes cidden ruh çağırmak istiyordu. Derken hazırlıklar bitmiş ve Klasik ruh çağırma olayı başlamıştı. Üzerinde harfler ve birtakım gerekli yazılar falan bulunan büyük karton kutu, üzerinde okunmuş fincan, dualar falan işte herşey hazırdı ve herşey ciddi bir şekilde yapılıyordu. Ben de biraz gerilmiştim artık çünkü herşey gayet ciddi ve bilinçli idi. Ne kadar da inanmasam böyle şeylere gene de ya gelirse diye bir heyecan vardı içimde. 
Artık ruhun gelmesini bekliyorduk. Herşey yapılmış, ruh belirlenmiş, dualar okunmuş, herkesin işaret parmağı fincanın üzerinde bir hareket bekliyorduk. 10 dakika geçmeden fincan kıpırdamaya başladı. O anda herkes bir birine suç atmaya başladı, parmağınla kıpırdatma şu fincanı, ben kıpırdatmıyorum ya gerçekten kim kıpırdatıyor gibisinden ama kimse kıpırdatmıyordu! Derken sorular başladı ve fincan bize bu soruları cevaplıyordu. Yanıtların hepsi doğruydu! En son artık öyle sorular soruyorduk ki aramızdaki şahısların bilemeyeceği türden şahsi sorular, fakat onları da biliyordu! Çok korkmuştuk! 

Evin sahibi olan arkadaşımızın böyle şeylere çok zaafı vardı ve çocuk birden ağlamaya başladı! Bu arada belirteyim ruh çağıranların ben dahil hepsi erkek. Çocuk çok kötü olmuştu ve kurban olarak seçilenin kendisi olduğunu sanıp bize yalvarıyordu. Artık oyun oynamamızı, çok korktuğunu, bu kadarın aşırı olduğunu söyleyip duruyodu ve ağlıyordı! İşte o an korkum 2 ye katlanmıştı. Atık ruhu göndermeye çalışıyorduk ama o da gitmiyordu. Ruh gitmeden de fincanı kaldıramıyorduk. Ev sahibi arkadaşımız git gide fenalaşıyordu ve resmen ağlıyordu haykıra haykıra, benim de gözlerimden yaş gelmedi desem yalan olur yani!! 
Öyle bir an oldu, arkadaşımız dayanamadı artık ve herkese küfrederek fincanı kaldırdığı gibi pencereden dışarı yola fırlattı. Fincan kırılmıştı. Böylelikle ruh çağırma olayı da bitmişti tabii ama herkesin içinde bir endişe vardı ve o arkadaşımıza ne yapıyorsun sen gibisinden bakıyorduk endişeli gözlerle. Ev sahibi arkadaşımız hala daha sövüyordü ve siz arkadaş değilsiniz diye hem bize hem de ruhlara kadar sövüyordu. Allahtan anne babası gürültüye uyanmamışlardı. Bizde daha fazla gürültü rezalet çıkmadan yavaş yavaş evlere dağılmanın iyi olacağını anlamıştık. Öyle böyle herkes kendi evine gitti ve yattık uyuduk. 

Ertesi sabah kalktığımda mahallede bir bağırışmanın olduğunu duydum. Bu sesler ruh çağırdığımız arkadaşımızın evinden geliyordu. Herkes ağlıyor, bağırıyor ve sağa sola anlamsızca koşuyordu! Ben resmen şok olmuştum! Ruh çağırdığımız evde oturan o arkadaşımızın babası uyurken sabaha karşı kalp krizi sonucu vefaat etmişti!!..... 

Siyah Şey 

Yaklaşık 6 sene önce, 15 yaşındaydım ve arkadaşlarla her zamanki gibi evin önünde oturup muhabbet edecektik. Aşağı indiğimde bir çocuğu korkutuyorlardı. Ben de buna katıldım ve, "Bu apartmanda gizlice biri öldü. Biz de onu duvarların arasına gömdük." dedik. Ruhunun hep gezindiğini ve herkesin çok korktugunu da söylemiştik. Tabii çocuk aklıyla inandı buna. Biz de bunu korkutmaya calışıyoruz... Bunlar, evin arkasında yürürlerken; ben, dışarı çıkardığım müzik setinin kolonlarıyla mikrofondan çıkardığım garip garip sesleri aşağıdakilere dinletiyordum. Çocuk, öylesine korkmuştu ki, bunu bilmeyen başka çocuklar da buna inanmaya baslamıştı. Biz de bunun devam etmesi için yan bloğun bodrum katına bir yer hazırladık. Sanki bir insan ölüsü varmış gibi duruyordu. Arkadaslar da duvarların arkasından yerlere camlar atıyor; içerde, çıkan sesler yankılanıyodu. 
Artık bütün mahallenin çocukları buna inanmıştı. Hepsi de, "Olamaz böyle birseş!" diyordu. Sonunda bir aksilik cıkmadan akşamı getirmiştik. Bu arkadaslardan bir gurubu, yine aşağı ineceklerdi. İnanmışlardı ama gece ne olacagını merak ediyolardı. Biz, bunların gece oraya gideceğini öğrendik ve arkadaşlarla birşey yapamayacağımız için kara kara düşünmeye başladık. Çünkü oyunumuz ortaya çıkacaktı. Çardakta oturuyorduk. O sırada, kapkara birşey önümüzden geçti. Biz, "Ya kedi, ya köpek" dedik bunun icin. En sonunda karar aldık. Gizli saklanma yerimize gidecektik. Burası, boş bir evdi. Apartmanın zemin katı panjurundan giriyorduk. Eve girdik. Işıkları açmaya çalıştık; ama yanmadı ve birden önümüzden yine o siyah sey geçti. İnanamamıştık. Kedi değildi. Köpek olsa saldırırdı. Çok ürkmüştük. O sırada, çığlıklarla arkadaslar bizi aramaya basladılar. Biz, bize bir oyun oynadıklarını düşündük. Fakat, oyun degilmiş... Aşağı indiklerinde, bodrumun ışık alan camları kırılmaya baslamış ve duvarların içinden sesler gelmeye baslamış. Biz de buna inanmayıp aşağı indik. Gördüüğmğz şey, sonunda bizi de korkutmuştu. Orada, birşeyler fazlaydı ve bunu bir insan, bizden habersiz yapamazdı. Anahtarlar da bizdeydi. 

Oradaki masa ve bıçak... Resmen kanlıydı ve o sırada içeriden yine o siyah şey dışarı çıktı. Artık altımıza kaçıracaktık. Kaçtık... En iyisi, herkesin evine gitmesiydi. Evlerimize döndük. Ben, durmadan dua ediyodum. En sonunda, anneannem bizde kaldığı icin salonda yatacağımdan, eşyalarımı aldım ve salona gittim. Uyumak icin gözlerimi kapadığımda hep bir ses duyuyordum. Bunlar, sanki birinin bana doğru yürüdüğü ve yaklaştığı ayak sesleri gibiydi. Gözümü açtım ve sesler kesildi. Tekrar gözümü kapadığımda, yine bir şeyler yaklaşıyor gibiydi. Hemen gözümü açtım. Dayanamıyordum... Çığlık atacaktım... En sonunda bildiğim bütün duaları okudum ve uyudum. Fakat çare etmedi. Resmen içimden bir ses, "Kesinlikle dua etme ve gözünü açma!" diyordu. Dayanamamıştım. Birden cıglık atarak kalktım ve içeriye koştum. O gün, abimin yanında yattım. Ertesi gün uyandığımda, buluşma yerinde birşeyler olmustu. Sabah, o ışık girmeyen evde onlarca göz ve insan gölgeleri görmüşler, sesler duymuşlardı. Hepimiz de delirmiş gibiydik. İyileşene kadar cıkamadık bir yere. Sonradan, bu oyunu yaparken birilerinin ruh çağırdııını ögrendik. Bir daha böyle birşey yapmamaya kendime söz verdim... 

Yardımsever Zenci 

Olayın geçtiği yer, Beyoğlu, Asmalımescit Sokak, 50 numaralı evdir. Olayın geçtiği tarih, 1912-1914 yılları arası; olayın kahramanı ise, bu yazarın (Giovanni Scognamilla) büyükannesi, adı ile Mariana Filipucci. Ailenin oldukça dar bir gelirle yaşamakta olduğu o yıllarda (Birinci Dünya Savaşı öncesi ya da başlangıcı) bir kış sabahı evin geniş avlusunu süpürmekte olan, kara kara düşüncelere dalmış büyükanne Mariana üst kat merdivenlerinden birinin inmekte olduğunu, yaklaştığını görmüş, dönmüş bakmış ve hayretler içinde kalmıştı. 
Merdivenlerden inen ve yaklaşan, evde hiç görmediği bir zenciydi, alımlı, kır saçlı ve fesli. "Bir paşa gibi giyinmiş, sırmalarla süslenmişti" diye anlatırdı büyükanne. Zenci önünde durmuş, eğilip selam vermiş sonra da redingotunun cebinden bir kese çıkatıp Mariana’nın eline bırakmış ve kapıdan çıkıp gitmişti. Büyükanne, hayretten dona kalmış, bir süre sonra kendine gelmiş, keseyi açtığında ise içinin altınlarla dolu olduğunu görmüştü. Tam o sırada, sokaktan kızı (annemiz) Elisabetta gelmiş; büyükanne de sormuş ona sokakta böyle bir zenciyi görüp görmediğini. Hayır, kızı böyle bir kimseyi görmemişti, ne o ne de başka birileri. Sanki birden cisimlenmiş, büyükannenin parasal sorunlarını bir çırpıda halletmiş ve de kayıplara karışmıştı. Kesin olan bir şey varsa o da o gün, o evde herhangi bir zencinin kalmadığı, daha önce ve daha sonra hiç gelmediği görünmediğidir. Ancak o evde, dört-beş yıl sonra, bir ruh çağırma seansı esnasında üç bacaklı yuvarlak bir masanın dört kat merdiven boyunca indiği seansa katılanlar tarafından görüldü! 

Baba, Üstümü ört 

Bu olay Bursa’da olmuş. 17 yaşında bir genç kız aniden ölmüş. Aile, perişan olmuş ama n’apsınlar, kızı defnetmişler tabii. Aradan birkaç gün geçmiş. Baba, kızını rüyasında görmüş. Kız sürekli titriyomuş ve, "Çok üşüyorum baba. Yalvarırım üstümü ört!" diyomuş. Adam, sabah kalktığında rüya aklına gelince hüngür hüngür ağlamış. "Gül gibi evladımı kaybettim. Rüyama giricek tabii." diye düşünmüş. Karısının üzülmemesi için de ona hiçbir şey söylememiş. Ama ertesi gece, sonraki gece, daha sonraki gece, hep aynı rüya: "Çok üşüyorum baba. N'olur üstümü ört!" Baba, bir gece yine aynı rüyayı görürken kan ter içinde uyanmış. Dayanamamış. Karısının, "Nereye bey bu saatte?" demesine aldırmadan sokağa fırlayıp soluğu mezarlıkta almış. Kızının mezarına gelince ne görsün? Mezar açık ve bomboş! Adam, ne yaptığını bilmez bir halde mezarlık bekçisinin kulübesine yönelmiş. Allahım, o an gördüğüne yürek dayanmaz. Bekçi, resmen kıza tecavüz ediyomuş! Meğer bu aşşağılık herif her zaman, yeni gömülen ölülere belli bir süre bunu yaparmış. 




Cin Fikirli Mahkum 

Amerika'da, müebbet hapis cezasına çarptırılan bir adam, sabah akşam hapishaneden kaçmanın yollarını düşünüyomuş. Birgün bahçede volta atarken, gardiyanların bir tabutu cenaze arabasına yüklediğini görünce, nihayet aylardır aradığı fikri oracıkta bulmuş. Burası, büyük bir cezaevi olduğu için her hafta mutlaka 2-3 kişi Tanrı'nın rahmetine kavuşuyomuş. Mahkum, gardiyanlardan birine, cenaze olduğu bir gün, tabuta konularak kaçırılması karşılığında epey yüklüce para teklif etmiş. Gardiyan, korktuğundan başta biraz mızırdanmış; ama sonra paranın cazibesine kapılıp kabul etmiş. Gardiyan, adama; gece cenazelerin bekletildiği yerin anahtarından yaptırıp vermiş. İlk cenazede, adam tabutun içine girecekmiş. Cenaze defnedildikten sonra da, gece gardiyan gelip adamı mezardan çıkaracakmış. 

Plan aynen uygulamaya konmuş. Kaçma ateşiyle yanıp kavrulan mahkum, ölüye aldırmadan sıkış tepiş tabutun içine girmiş. Sabah da gardiyanlar tabutu cenaze arabasına yüklemişler ve mezarlığa götürüp laf olsun diye yapılan bir dini törenle gömmüşler. 

Mahkum, tabutun içinde sabırsızlanarak gardiyanın gelip onu çıkarmasını bekliyomuş. Epey vakit geçtiği halde, gelen giden olmayınca biraz biraz endişelenmeye başlamış. Bayağı bir zaman geçip de hâlâ gelen olmayınca, bizimki hafiften tırsmaya başlamış. "Acaba kendim çıkabilir miyim?" diyerek etrafı araştırmak istemiş. Cebinden zar zor çakmağını çıkarıp yakmış. Tabutun üstünü incelerken gözü bir an yanındaki ölüye takılmış. Ve o an donup kalmış! Yanındaki ceset, anlaşmayı yaptığı gardiyanmış! 



Ermiş 

Daha henüz 9 yaşımdaydım. Fal, ruh, cin, şeytan vb. gibi şeylere inanmazdım. Yeni inşaa edilmiş bir eve taşınmıştık; ama nedense bir türlü gece banyodan ve sokak kapısından garip sesler geliyordu. Taşındıktan bir hafta sonra, seslerin nereden kaynaklandığını anlamak için ben, banyo; abim ise, sokak kapısının önünde bekliyordu. Fakat hiç bir şey gözükmüyordu. Ama ses vardı. Evimize hoca çağırdık. Dua okudu ve bize banyoya 1 kova su, takunya ve havlu bırakmamızı söyledi. "Neden?" diye sorduğumuzda ise, hiçbir şey söylemedi. Hocanın dediklerini aynen uyguladık. O gece, rüyama garip şeyler girmişti. Beyazlar içinde, elinde bir asa, yaşlı biri; el hareketiyle kızgınlığını anlatıyordu. Sabah kalktığımızda su bitmiş, takunyalar ve havlu ıslaktı. En ilginç olanı ise, kapının kilidi açıktı. Hocayı tekrar çağırdığımızda bize evin yapıldığı konumda çok ama çok eskiden bir mezar olduğunu söyledi ve rüyama giren kişinin bir ermiş olduğunu söyledi. Banyoda ise abdest almış. Ertesi hafta evden taşındık ve şu an orada hiç kimse oturmuyor. Ve tam 17 yaşındayım. 


Falcının Cini 

Bu olay, annemin ve annemin arkadaşının başından geçti. Bunların ikisi, fal düşkünüdür. Onlar bize geldiklerinde, annem bakar; biz onlara gittiğimizde de, o, anneme bakar. Tabii bunlar fal düşkünü ya. Birgün, bir falcı kadına gittiler. Fal baktıracaklar. Biz de her zamanki gibi evdeyiz. Onların gelmesini bekliyoruz. Aradan bayağı saatlar geçtikten sonra, kadının neler anlatıklarını bize söylediler. Akşam oldu. Tabii, biz de yataklarımıza yatacağız. 

Ertesi gün annem, bize, "Gece, birtakım sesler duydunuz mu?" diye sordu. Biz de, "Hayır, duymadık." dedik. Annem, dün gece bizim hırsız alarmının çaldığını duymuş; ama alarmı açmadığından emindik. Annem de emindi. Biz, o gün annemin arkadaşına oturmaya gittik. Hep beraber oturmuş muhabbet ediyorduk. Annem, birden o gece duyduğu sesi anlattı. 

Annem hepsini anlattıktan sonra, arkadaşı da bize, o gece kapı zilinin çaldığını anlattı. Kocasına, "Kapı çalıyor, aç." demiş. Kocası da, "Saçmalama, çalmıyor. Yat, uyu!" demiş... Ama biz bunları duyunca, hepimiz bir süre şoka girdik. Kısa bir süre, kimse kimseyle konuşmadı.Annemler tekrar falcıya gittiler ve başlarına gelen bu olayı anlattılar. Falcı kadın, iyi erkek cinin onları beğendiğini ve bu yüzden onlarla birlikte eve gittiklerini söylemiş annemlere. Falcı kadın, "İyi ki, size kadın cin peşinizden gelmemiş. Dua edin." demiş... Annemler de, meraklı tabii. "Neden?" diye sormuşlar. Kadın da onlara, "Eğer kadın cin gelseydi, siz, şu anda yaşamazdınız." diye cevap vermiş... İster inanın, ister inanmayın; ama cin diye birşey var. Bundan eminim... 

Lanetli Cinler 

Başımdan geçen garip; ama gerçek olan bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Henüz çocuktum. 12 yaşındaydım. Ablamla aynı odayı paylaşıyorduk. Büyük bir oda ve karşı, karşıya yataklarımız, bir de büyük bir penceremiz vardı. Bir gece uyurken, bir el beni dürtükledi. Ben de bilinçsiz, uykulu uykulu gözlerimi açıp, hemen pencereye doğru baktım ve siyah bir gölge şeklinde bir cisim gördüm uzun kulaklı. Ablamın ayağının ucunda oturmuş, dışarıyı seyrediyordu. Baktım ablam uyuyor. Aklıma bir şey gelmeden, korkumdan gözlerimi yumdum. Yorganı çektim, Kur'an okumaya başladım uyuyana kadar. 

Sabah olup bitenleri anneme, babama, ablama anlattım. Annem, "cin, şeytan" diye çok korktu. "Hocaya götürelim." dedi. Ama babam, bana inanmadı ve, "Ağaç gölgesidir." dedi. Halbuki, boş bir bahçeye bakıyor odamız ve ağaç falan da yok. 

İkinci gün; ben, annem, ablam ve kundaktaki kardeşim Ozan, bizim odada yere yatak serdik ve uyuduk. Yine bir el beni dürtükledi ve benim gözlerim, yine cama gitti. Yine aynı şeyi gördüm ki, Ozan hemen ağladı ve ağlamasına annem gece lambasını açtı. Ama o, kaybolmuştu. Olaylar, büyümeye başladı. 
Yatağımda uyuyorum. Uyandığımda kendimi bahçede, salonda, damda, annem'le babamın arasında buluyorum. Ama birgün uyandığımda, ağzım yamulmuştu!!!... Sanki yanağım, felç olmuştu. hissetmiyordum, oynatamıyordum. Yanağım ve ağzım resmen yamulmuştu ve benden korkmaya başladılar, "Seni cinler çarptı!" diye... Annem, beni doktora götürdü. Doktor, çok şaşırdı. Yanağıma tam 15 gün, elektirik verdiler ki düzeldim. Eve geldim ve o gece yine beni uyandırdılar; ama bu defa lanetli cinler değil, aynı şekilde bir cisim. Ama nur gibi, ışık gibi. Ben, yine korktum. 

Ertesi gün annem, beni babamdan habersiz bir hocaya götürdü. Bütün bu olanları anlattım ve bana cinlerin iliştiğini, beni yanlarına almak, lanetlendirmek istediklerini söyledi. Başaramayınca (Kur'an okuduğum için) bana tokat vurduklarını; ama son gördüğüm şeyin beni koruması için Allah'ın gönderdiği bir melek olduğunu söyledi. Büyük bir Kur'an getirdi ve elini başımın üstüne koyarak okumaya başladı.O günden sonra da, hiçbir şey görmedim ve onların lanetinden kurtulduğum için mutluyum. Ayrıca Kur'an'ın, ayetlerin ne kadar önemli olduğunu da anlamış oldum. Şimdi, 19 yaşındayım ve ayet okumadan yatmam... 

Siyah Pardesülü Adam 

Bundan 4 sene önce, kardeşim, 5; bense, 14 yaşındaydım. Bir akşam, kardeşim benim yanımda yatmak istedi. Bir türlü uyutamadım. Sonra bir baktım ki uyumuş. Saat, 02:00'ye geliyordu. Bense kız arkadaşımla mesajlaşıyordum. Bir ara kardeşim, uykudan uyandı ve bana dünüp, "Sen, beni çocuk parkına götürmüyon!" deyip yanımdan kalktı ve annemle babamın odasına yöneldi. Bense şaşkındım. Aslında hep götürürdüm; ama rüyasında ne gördüyse... "Neyse," dedim. "Devam edeyim, kız arkadaşımla mesajlaşmaya." 
Kardeşim, yatak odasının kapısını açar açmaz, "Annnneeee!" diye bir çığlık attı... Bense şoktaydım... Kardeşim, döndü ve yorganımın altına girip, "Abi, içerde bir adam var!" dedi... Ben, o an ne diyeceğimi düşünürken; bir anda, annem geldi odaya... Dili, bir türle dönmüyordu. Bana birşeyler anlatmaya çalıştı; ama anlamadım... Arkasından babam da gelip anneme bir tokat attı, kendine gelsin diye... Annem, babamla yalnız konuşmak istedi...Ama, ben de neler olduğunu öğrenmek istedim... Ben, annem ve babam, oturma odasına geçtik. Annem, anlatmaya başladı... 

Kardeşimin çığlığından sonra annem, gözlerini açtığında, babamın yanında uzun boylu, siyah pardesülü bir adamın, babamın boğazını sıkar şekilde orda durduğunu görmüş... Babam, inanmadı; ama bense, şoktaydım hâlâ... Çünkü biraz önce kardeşim, bana aynısını anlatmıştı. Şimdi annem de anlattığında, çıkmaz bir sokaktaydım sanki ve o günden sonra ben, 4,5 ay, ışıksız yatmadım.... İşte bu kadar. Kusura bakmayın. Almanya'da yaşadığım için, Türkçem biraz kötü. 


-----------------------


Amen-Ra'nin Laneti
Isa'dan 1500 yil önce yasayan Misirli Prenses Amen-Ra öldükten sonra dönemin geleneklerine uygun olarak mumyalanmis ve tahta bi tabuta konmus. 1890 yilinda 4 zengin Ingiliz genci, prensesin mumyasini bi "tarihi eser" kaçakçisindan satin almis ve felaketler zinciri de böylelikle baslamis.

Mumyayi alan gençlerden birini en son alis-veristen birkaç saat sonra çöle dogru yürürken görmüsler. Bir daha da Ingiliz'i gören olmamis. Dörtlü grubun bir baska üyesi ertesi gün Misir'li hizmetkarlarindan biri tarafindan kazayla vurulmus. Hizmetkar, elini o an kontrol edemedigini ve hiç istemedigi halde silahi alip "sahibi" vurdugunu iddia etmis. Kalan iki genç mumyayi alip ülkelerine dönmüsler. Üçüncü adam Ingiltere'ye döndükten sonra bütün parasini yatirdigi bankanin battigini ögrenmis. Son adam da iflah olmaz bir hastaliga yakalanmis, servetini hastanelerde harcayip sokaklarda kibrit satmaya baslamis.

Bu arada mumya bi isadaminin eline geçmis bu felaketler sirasinda. O da British Museum'a hediye etmis lanetli prensesi. Müze mumyayi Misir bölümüne koymus. Gece bekçileri, tabuttan hiçkiriga benzer sesler duyduklarini iddia ediyolarmis. Bekçilerden biri, bir sabah ölü bulunmus. Lanete inanan temizlikçiler mumyanin etrafini temizlemeyi reddediyolarmis. Bir gazeteci tabutun distan fotografini çekmis. Fotografi tab ettiginde kartta sadece korkunç bi suratin oldugunu görmüs. Gazeteci kosa kosa evine gitmis, yatak odasina girip kapiyi kilitlemis ve kendini vurmus...

Bu tür sayisiz olay olmasi üzerine müze sonunda mumyayi özel bi koleksiyoncuya satmis. Ondan sonra da bir sürü felaket olmus ve en sonunda prensesi Amerikali bir arkeolog satin almis. 1912 Nisan'inda da mumya Amerika'ya götürülmek üzere Titanik adli gemiye yüklenmis ve asil olan da böylelikle olmus zaten. Amen-Ra son volesinde 1500 yolcunun yanina gelmelerini saglamis.



----------------

Şimdi dinleyeceğiniz olay yüzde yüz gerçektir. Ben doğduktan 2 gün sonra annem ve babam benim de içinde bulunduğum bir araba ile kaza yapmışlar. Allahın hikmeti benim burnum bile kanamazken annemile babam maalesef hakkın rahmetine kavuşmuşlar. Beni dedem ve nenem büyüttü. Onlar benim her şeyim di annem ve babam olsalar ancak öyle severdim. Ama Çok kötü bir şey oldu dedem şeker hastası oldu ve git gide çok kötü oluyordu. O zamanlar durumumuzda iyi değildi maddi olarak şehirde bir tane devlet hastanesi vardı ve onlarda doğru düzgün ilgilenmiyordu bile. Gözlerimin önünde ölüme gidiyordu adeta dedem ve maalesef büyük Marmara depreminden 2 saat önce 17 ağustos 1999’da kaybettik dedemi adeta dünya başıma yıkılmıştı. Aynı günün sabahı köye defnettiler. Abartısız 1 hafta her gece köydeki akrabamızın evinden kaçarak dedemin mezarına gidiyordum ve onun toprağına sarılıp yatıyordum ve her gün de dayım sabah ezanına karşı bazen daha erken gelip beni alıyordu. Köydeki son günümüzde gene evden kaçıp dedemin mezarına gittim. Uyumuş kalmışım sonra arkamdan bir el bana dokundu. Ben yine dayım geldi zannettim ve beni rahat bırak gibi bir şeyler söylüyordum. Arkamı döndüm bi baktım karşımda dedem. İnanın hiç korkmadım ve sarıldım ona bana dedi ki; senin yerin burası değil oğlum bak annenle babanda Çok üzülüyorlar. Bir daha buraya sadece dedeciğine dua etmek için gel. Dedi. Bir an gözlerim kapandı ve gözlerimi tekrar açtığımda sabah ezanı okuyordu. Sonra dayım geldi ve götürdü beni. Eve geldiğimde yaşadığım o şey rüyamı yoksa gerçek mi bir türlü ayırt edemiyordum. Derken istem dışı elimi cebime attım ve cebimde bir kağıt vardı. Kağıdı açtım baktım ve içinde arapça rakamlar vardı. Kuran okumayı bildiğim için çözmüştüm hemen bu sayılar 3 tane tarihi gösteriyordu. Ilk tarih 12 temmuz 2001 2. Tarih 27 mayıs 2007 ve son olarakta 3. Tarih 5 ekim 2014 tü. O günden sonra dedemin hayalini hiç görmemiştim…….Ta ki kağıtta yazan o ilk tarihe kadar yani 12 temmuz 2001 de bir yaz günü köyde arkadaşlarla otururken yanıma Çok sevdiğim bi arkadaşım geldi bisikletiyle beraber bana hadi gel gezelim arkama atla dolaşırız dedi. Bizim maddi durumumuz kötü olduğu için bisikletimde yoktu ve tamam geliyorum dedim. Ayağa kalktım tam bisiklete doğru giderken dondum kaldım adeta arkadaşımın arkasında dedem durmus bana “gitme oğlum” diyordu. Donup kalmıştım tabi bunu sadece ben duyuyordum ve kendime gelip ; ben gelmicem dedim. Arkadaşım söylenerek gitti biraz daha dolaşıp eve vardım. Akşam yemek yerken bi çığlık sesi geldi. Kadınlar ağlayıp bağırıyordu ses beni bisiklete davet eden arkadaşımın evinden geliyordu.sonra gittik ki çocuk otoyola çıkmış ve bi araba çarpmış. Oracıkta ölmüş çocuk. Bu olayın yüzünden bi ay konuşmamıştım bi kaç sene sonra kendime gelmiştim artık ama o tarihlerin bi anlamı olduğunu biliyordum artık lafı fazla uzatmıcam ikinci tarihte ben askerdim yani 27 mayıs 2007’de hakkari çukurcada yapıyordum askerliğimi o gün intikale çıkacaktık. O gün sanki şehit olacak gibi bir his vardı içimde ama görev kimseye birşey diyemedim. Intikalin 15. Km falan birden bi bomba patladı. Tim ikiye bölünmüştü. Ve ben arkadaki bölümdeydim. Ve birden bire tim dağıldı tek başıma kalmıştım. Ve birden yine dedemin hayalini gördüm. Bana ; oğlum arkana bak diyordu. Birden döndüm ve bir teröristle yüz yüze geldim. Silahı bana doğrultmuştu ve Allahın hikmeti ondan önce davrandım ve onu vurdum öldü mü ölmedi mi bilmiyorum.sonra destek kuvvet geldi. O gün 5 şehit vermiştik ve dedem yine benim hayatimi kurtarmıştı.askerliğim bitti ve şimdi evliyim iki kızım var ve 3. Tarihte ne olacak bilmiyorum. Yani 5 ekim 2014’te……


-----

  1. Kâbus (İlk Görüş 6)

    İçeriden tekrar sesler gelmeye başlamıştı. Aynı dualar aynı sesler. Karar için davet ve konuşmaya başlangıçta aynı şekilde başladı. Ahmet hoca yine kısık bi sesle konuşmaya devam etti. Bir süre konuşma sürdü. Allahım birden bi ses geldiki öyle ince bi çığlık patladı ki içerden, kalbim küt küt atmaya başladı gözlerim karardı hemen geriye doğru yaslandım. Suat abi bu neydi diye bağırdı. Gürültüyle birlikte evde sallanmaya başlıyor, kerpiç evin tavanından tozlar geliyordu. Suat abi Nihat iyimisin dedi. İyiyim abi bi şeyim yok merak etme dedim. Ses kesilmişti. Sarsıntıda geçmişti. Tam o anda içerden defol burdan iblisin uşağı yoksa ateşini dumana boğar yok ederim helak olursun defol diye öyle bi bağırdı ki Ahmet hoca herhalde memleketten bile duyuldu dedim. Lan arkadaş altıma yapacaktım az kalmıştı. Ahmet hoca biraz daha durduktan sonra çıktı odadan. Oturdu ardından evlatlarım huteyn kabilesine yardım edeceğimiz hususunda söz verdim. Sözü tutmak gerek. Cinde olsa verilen söz tutulmamalı hiç bi mahluk yüz üstü bırakılmamalı dedi. Suat abi iyi yapmışsın hocam ben ve Nihat ne gerekiyorsa yapmaya hazırız dedi. Bende evet hocam yeter ki kimseye bi şey olmadan çıkarın bizi bu işin içinden dedim. Ahmet hoca gülümsedi Allah yazmışsa olur inşallah. Ama oturupta hiç bi şey yapmazsak takdir-tedbiri görmezden gelmiş oluruz dedi. Suat abi hocam babam öldüğünde köyde elimden tutan bi siz vardınız. Okumama vesile oldunuz beni hep desteklediniz. Bugüne kadar arkamda hep siz vardınız Allah razı olsun o yüzden siz ne diyorsanız boynumuz kıldan incedir. Bende heyecanla aynen hocam dedim. Ahmet hoca tamam dedi biraz dinlenin teyzenizle size güzel bi yemek hazırlayalım. Ardından yarın sabah ezanından sonra yola çıkarız dedi. Hocam hemen gitsek olmaz mı ya Nihatın ailesine bi şey yaparlarsa dedi. Ahmet hoca yorgunsun Suat günde 5 saat uyusan sana yeter biliyorum dedi gülümseyerek. Ama sabah ezanı daya uygun olur. Nihatın aileside korunuyor anlaşmaya göre unutma. Abi korktum ailem için ama korunuyor oldukları ihtimali daha ağır bastı ve Hocam haklı abi dinlenelim yarın sabah ezanında çıkarız yola dedim. Hem şimdi gidersek neden hemen döndünüz diye şüphelenebilirler dedim . Suat abi tamam hocam daha iyi bilir dedi. Ahmet hoca tamam o halde evlatlarım burda bekleyin çıkmayın dışarı dedi. Ben kardeşime haber vereyim gelsin diyerek evden çıktık. Direk birbirimize döndük Suat abiyle. Lan hoca gitti ya bi şey olsa dedim sessizce Suat abi ev korunuyor işte merak etme diye bi gülüşü vardı artık korkusunu bastırmak için mi yoksa yüzümdeki projektör yemiş tavşan ifadesinden midir bilmem ama ben böyle gülerken görmemiştim onu. Neyse biraz oturduk sohbet ettik ardından hocayla kardeşi içeri girdiler. Ayağa kalktık Suat abi Amine teyze nasılsın deyip elini öptü gerginlikten ilk anda soramamıştık kadını. İyiyim oğlum dedi ardından bende sordum sonra içeri geçti. Ahmet hocayla sohbet ettik biraz Suat abinin işini benim okulumu sordu falan. Neyse oturduk yemek yedik. O gün hiç olağandışı bi şey yaşanmadı. Ahmet hocayla birlikte yatsı ve akşam ezanına gittik ardından yataklar serildi. Ahmet hocayla kardeşi içerdeki odada benle Suat abide salondaki karşılıklı iki kanepede yattık. Uzandım kafayı koyduğumuz gibi yattık. Mışıl mışıl uyudum öyle rahat uyudum ki anlatamam ne kabus ne başka bir şey uyandığım gibi, oh arkadaş kebap bunlar bizi korusun rahat rahat sürdürelim hayatımızı dedim biraz daha uzanacaktım çok rahattım. Birden karşı yataktan Suat abi fırladı ooofff Allahım diye bağırarak yere düştü. Hemen ışığı açtım Suat abinin yanına fırladım içerden Ahmet hocada geldi. Ne oldu abi dedim su su dedi. Ahmet hoca su getirdi. Suat abi içmeye başladı. Noldu Suat dedi Ahmet hoca. Gördüm hocam onları gördüm. Neyi gördün abi dedim. Karartıyı dedi. Uşaklarıyla beraberdiler. Ahmet hoca anlat hele dedi merakla. Suat abi belli ki çok etkilenmişti baya kötüydü dili dönmüyordu nasıl dönsün ki ben o rüyayı gördükten sonra yerlere atmıştım kendimi. Suat abi yine sağlam duruyordu en azından benden sağlamdı. Sonra Suat abi önce bana ardından hocaya bakarak anlatmaya başladı. Hocam bi nehrin ortasındaydım nehir hızlıca akıyordu ama bulunduğum sandal hareket dahi etmiyordu sabit bi yerde duruyordum. Sağ tarafımdan da sol tarafımdan da sesler geliyordu. Sesler o kadar karışıktı ki hiç bi şey anlayamıyordum. Ardından nehrin ilerisinde tam karşımda bi şey dikkati mi çekti hava kapalıydı ve kararmak üzereydi sanki yağmur yağacakmış gibi bulutlar vardı griydi gökyüzü. Dikkatimi çeken o karartı büyüdü büyüdü büyüdü ve devasa bi hale geldi hava karardı birden. Birden bi ses gelmeye başladı. Sol tarafımdan geldi tam hatırlamıyorum ama. Sen bizimle ol diye. Diğer taraftan biri sinirli bi şekilde bağırdı anlaşmaya uy ey ademoğlu dedi. Ben ağlamaya başladım beni rahat bırakın dedim. Sonra sol taraftan biri seslendi ya gel ya öl diye. Sağ taraftan biri ise ona cevap verdi siz öleceksiniz hemde hepiniz dedi. Tam o anda o karartı öyle büyüdü öyle büyüdü ki her taraf zifiri karanlık oldu sonrada bağırarak Allahım dediğimi hatırlıyorum. Baktım ikiniz başımdasınız. Ahmet hoca çömeldiği yerden ayağa kalktı bu iş çok büyüdü böyle devam ederse bi kaç alim arkadaşıma haber vermek zorundayım dedi. Hocam zaten işler çok büyük kitabı ele geçirirlerse tüm insanları ve cinleri etkisine alacak demiştiniz. Oğlum dedi tüm insanlara bulaşmayı göze alamazlar kaç tane alim var insanlarda tahmin ediyorlardır. Hatta bizim kadar olmasada cinlerinde alimleri var hepsini karşılarına alırlarsa kaybederler. Hem emaneti kullanabilmek içinde belliki çok büyük bi ilim gerekiyor ve emin ol bunlar emellerine ulaşamayacak. Sen tüm insanlar için korkuyu bi kenara bırakta bizim için tasalan çünkü en büyük risk bizde. Kitap bulunsa napacaz bulunmasa napacaz diye şimdiden düşünmeliyiz dedi. Suat abi biraz daha kendine gelir gibi oldu. Hocam dedi bu nasıl bi iş düşündüğüm şey mi rüyanın anlamı dedi. Hoca düşündüğünden şüphem yok Suat berzah kabilesi sana davette bulunmuş bizim tarafımıza geç diye. Ben artık aklımı yitiriyordum ya her şey besbelli ortadaydı yada işin içinde çok büyük bir oyun vardı. Neyse herkes toparlandı gitme vakti gelmişti. Hoca kardeşine ben gelene kadar evden çıkma diye sıkı sıkı tembihledi. Camiye geçtik namazı kıldık ardından arabaya bindik yola çıkmıştık. Bu işi çözme vakti gelmişti artık. Ama bu şekilde olacağını tahmin edemezdim.

  2. Asıl Şimdi Başlıyor (İlk Görüş 5)

    Aradan bir saat civarı bi zaman geçti hoca çıktı. Yüzünden düşen bin parça. Oturdu gözleri dolmuş bana bakıyordu. Ben konuşamadım bile. Suat abi hocam ne oldu dedi ardından öyle bi yutkundu ki hocayı öyle gördükten sonra büsbütün korkmuştu Suat abide. Hoca olayın aslını anlatmaya başladı. Evlatlarım biraz önce meseleyi anlamak için davette bulundum ve iki kabileden birer elçi geldi (kabile isimlerini değiştirmek zorundayım nedeni lütfen bende kalsın) Berzah kabilesi illet bir kabiledir arkalarındada denizlerin şahı dedikleri ….. cini vardır. Bu kabile bi kitabın peşinde bu kitabı bi cin alim yazmış ve cinler aleminden kim bu kitabı ele geçirirse mutlak bir güce kavuşacak istediği tüm cinleri ve insanları etkisine alacak kudrette bi bigiye sahip kitap. Başka bir kabile olan huteyn kabileside bu kitabın bulunmasını istemiyor çünkü berzah kabilesiyle düşmanlar hatta aralarında bi anlaşma yapmışlar anlaşma şartlarından biride bu kitabın peşine kimsenin düşmemesi yönünde zaten önceden bu iki kabile arasında kan davası varmış. Fakat sonra ne olduysa anlaşma bozuluyor. Kitabı yazan cin yaptığı hatanın farkına varıyor ve kitabı çok büyük bir alime ve kitabı saklayabilecek tek dostuna veriyor. Yani senin dedene. Deden kitabı alıyor ve saklıyor ayrıca huteyn kabilesiyle anlaşma yapıyor. Anlaşma gereği deden kitabı saklayacak bunun karşılığında huteyn kabilesi dedenin soyunu mutlak şekilde koruyacak. Berzah kabilesinden gelen elçide doğruladı bunları. Ben ve Suat abi pür dikkat tüylerimiz diken diken hocanın anlattıklarını dinliyorduk. Suat abi hocam anlamadığım nokta şu yani anlaşma bozulduktan sonra kitabı yazan cin Nihatın dedesine kitabı veriyor ve dedeside kitabı Nihata emanet ediyor. Evet aynen öyle dedi hoca. Peki hocam neden şimdi düştüler kitabın peşine Nihat yirmi üç yaşında dedesi ölünce emanet etse yirmi yıl olur. Yirmi yıldır neyi bekliyordu. Varisi tespit etmeyi, emin olmayı ve olgunlaşmasını beklemeyi. Nihat küçükken böyle şeyler yaşasaydı aklını yitirebilirdi buda onların planını suya düşürürdü yani uygun zamanı beklediler ayrıca dedesindeyken böyle bi şeye cüret edemediler belkide, çünkü Nihatın dedesi besbelli büyük bi alimdi ama Nihat öyle değil.. Olanları anlamaya çalışıyordum lan dede nasıl bi şeyin içine soktun beni diye düşünürken silkinip odaklanmaya çalıştım ardından hocam peki dedem kitabı neden yok etmemiş yada neden hiç bulunamayacak bi yere saklamamış ve arkasında kitabın yerini bilecek bi insan bırakmış ki. Hoca gayet basit oğlum huteyn kabilesi güç olarak hatırı sayılır bir kabiledir. Ama gel gör ki berzah kabilesinin arkasında ….. denizlerin şahı var. Amansız acımasız ve Allaha inanmayan bir cindir o. Hatta Hz. Süleyman a.s’ın lanet okuduğu bir cinin soyundandır. İşte tüm dengeleri bu cin bozuyor. Onu görmüştün oğlum rüyandaki büyük karartı oydu korkudan ölmemen için göstermemiş kendini. Off yarabbim duvarlar üstüme üstüme geliyordu patlayacaktım nerdeyse, bembeyaz olmuştum. Ardından hoca devam etti oğlum dedi deden, kitabı yazan cin ve huteyn kabilesi dostmuş. Dedene kitap gelince kitabı saklamış sorduğun sorunun cevabıysa bu kitabın huteyn kabilesinin bir nevi hayat sigortası olması. Eğer ki berzah kabilesi huteyn kabilesini yok etmeye başlarsa varis bu kitabı huteyn kabilesinin ileri gelenlerinden birine teslim etmek zorundadır. Suat abi baya heyecanlı hocam bu iyi bi şey değil mi o zaman hiçbir şey yapamazlar elleri kolları bağlı dedi ama hocanın o sözleri ikimizinde resmen altımıza s.çmamıza sebep oldu. Hoca yere baktı ve bir iç çekti olum denizlerin şahı kendisinden daha büyük bir güç istemiyor. Allahı unutmuş ama kitabı biliyor ve onu ele geçirmek, en kötü ihtimal kimsenin eline geçmeden yok etmek istiyor. Huteyn kabilesinden ölenler var. Yani kıyıma başlamışlar. Kitabı vermek zorundasın oğlum dedi. Hocam ne kitabı Allah aşkına aradıkları şey bende değil bu nasıl olur dedim hem kitabı alırlarsa bile beni suat abiyi o kabileyi herkesi öldürecekler bu apaçık belli nerede saklıysa bırakalım orda kalsın. Olmaz oğlum huteyn kabilesini yok ederlerse onlara dur diyecek bi güçte kalmayacak yani kitaba ihtiyaçları kalmayabilecek o yüzden seni öldürüp kitabın sonsuza dek saklı kalmasını sağlayabilecekler. Hoca her ihtimali düşünmüştü mükemmel bi zekası vardı hayran kaldım arkadaş Allahtan böyle zeki bi insan yanımızdaydı. Suat abiye döndüm napacaz abi dedim. Napacaz Nihat kitabı bulup getirecez dedi. İyide nasıl getireceğiz abi nerdedir nasıl bi şeydir bilmiyoruz diye bağırdım, farkına sonradan vardım ama. İlk defa Suat abiye sesimi yükseltmiştim psikolojim alt üst olmuştu resmen. Suat abi sakin ol Nihat zor durumdasın hatta artık hepimiz karıştık bu işe birlikte çözeceğiz dedi. Ama nasıl dedim hocaya yalvarır vaziyette bakıyordm. Hoca nenenin yanına gideceğiz bizi anlıyacaktır. Nenen olmadan bulamayız eminim buna dedi Ahmet hoca ama önce taraf seçme vakti. Ne tarafı dedik aynı anda Suat abiyle . Huteyn mi berzah mı cevap bekliyorlar dedi ikiside teklifte bulundular cevap bekliyorlar ikiside kitabı istedi hemen hemen aynı teklifte bulundu ama huteyn kabilesinin dednle dost olduğunu anladım çünkü dedenden ilk onlar bahsetti ve tüm bu ayrıntılara onlar girdi. Berzah kabilesinin elçisi ise tehditler savurmaktan, kırıp dökmekten başka bi şey yapmadı size sormak zorundayım dedi. Suat abi konuştuklarımızı duymuşlardır zaten dedi. Ahmet hoca hayır olum iki kabilede karar alana kadar eve yaklaşmamaya dair söz verdiler dedi. Hocam az çok belli değil mi dedim. Suat abi evet hocam siz olmasanız mesele nedir ne dildir anlamayacaktık bile dedi. Hoca tamam dedi. Ahmet hoca derin bi nefes aldı ayağa kalktı bekleyin deyip odaya geçti. Suat abiye döndüm abi şimdi nolacak resmen kendi içlerinde bi savaşa katılmışız nasıl çıkacaz bu işin içinden dedim. Suat abi korktuğu belli olmasına rağmen bana bakarak gülümsedi. Korkma Nihat korkarsak kaybederiz hoca yanımızda dedene bulaşamadıkları gibi onada bulaşamazlar. Bi nebze olsun rahatlamıştım. Resmen cinlerle anlaşma yapmıştık ama. Bu büyük hemde çok büyük bi sorundu. Ama yapacak tek şey vardı oda kitabı bulmak.
    Devamı yukarıda ↑

  3. Başlıyor (İlk Temas 4)

    Suat abi kahvedekilerle sohbet etmeye başladı benide tanıştırdı herkesle. Biraz hal hatır faslından sonra Ahmet hocayı sordu. Kahvedekilerden bi amca, namazdaydık yarım saat önce biz çıktık o kaldı her zaman ki gibi, neredeyse geçer eve dedi. Suat abi evine gidelim mi dedim yok dedi zaten kahve yolunun üstü biraz sonra gelir dedi. Tamam abi dedim. Hemen gelmesi için dua ediyordum içimden, ben birini böyle heyecanla beklediğimi hatırlamıyorum biraz daha oturduktan sonra kahvenin kapısı açıldı bi adam girdi abi bu kim dedim Suat abi gülerek beklediğimiz adam dedi yapma abi işimiz bu manyağa kaldıysa ayvayı yedik dedim adam anlamsız anlamsız bağırmaya başladı. O da ne aman Yarabbim efsaneler doğruymuş lan bu köyün delisiydi adamın altında sadece beline kadar çekilmiş bi keten pantolon vardı hemde o sıcakta. Üstündede hiç bi şey yok. Lan arkadaş Suat abide az değil böyle şakamı olur. Bu deli benim eşşeğim nerde ulan dedi bağırarak. Tüm kahve gülmekten yerlerde resmen, kahveci git üstüne bi şey giy lan diye bağırdı buna neyse bu çıktı Suat abinin gözü dışarıdaydı bi yere kilitlenmişti geldi dedi hemen kapıya yöneldi dışarı çıktı hocanın elini öptü biraz konuştular ardından içeri geldiler tüm kahve ayağa kalktı Ahmet hoca estağfurullah oturun dedi. Herkes oturdu hocayla suat abide oturdu hoca herkesi sorduktan sonra birer çay içtik, o sırada Suat abi hocam bi sorunumuz var size geçelim mi dedi hoca tabi geçelim dedi. Neyse selamımızı verdik çıktık hocanın evine doğru geçtik yolda hoca bana nasılsın iyimisin oğlum dedi iyiyim hocam sağolun dedim bana bakarken sanki bi şeyler sezmişti hoca neyse. Evine geçtik kapıyı çaldı hoca, kapıyı bi kadın açtı hoca kadar olmasada yaşlı bi teyzeydi ben eşi sandım ama kardeşiymiş hocanın. Hocayla kardeşi yıllardır beraber kalıyorlarmış. Hoca hiç evlenmemiş zaten evdede ikisinden başka kimse yoktu . Neyse içeri geçtik ev tek katlı müstakil bi evdi. Küçük bide bahçesi vardı bahçede bi kümes vardı. Ev kerpiçten yapılmıştı evin sadece bi odası vardı mutfak, salon ve banyo içerdeydi. Tuvalet dışardaydı. Herkes yerleştikten sonra hoca ee derdiniz nedir oğlum dedi. Suat abi hocam Nihat benim dershaneden öğrencimdi geçenlerde bi olay yaşadı ben işin içinden çıkamadım dedim hoca bize yardım eder size getirdim. Hoca çözeriz inşallah ne yaşadın oğlum dedi. Ben sessizliğe bürünmüştüm tedirgin bi şekilde hocaya bakıyordum. Hoca korkma hadi anlat derdini dermanı belki bendedir dedi. İçimden hocam sendede yoksa öleyim artık dedim. Neyse anlatmaya başladım en başından beri tüm yaşadıklarımı anlattım Suat abilerdeki olayı, birinin bana kalk birinin korkma dediğini, ezanı, ardından evde çarpıldığımı son anda kurtulduğumu, yolda olanları, gördüğüm rüyayı hatta köpeğe kadar en ince ayrıntısına kadar anlattım. Suat abi hocam ben çıkamadım işin içinden Nihat çarpıldığında ölmesi gerekirdi ama korkmasın diye bünyen sağlammış dedim bunlar ne istiyorlar? Rüyada Nihattan istedikleri şey nedir dedi. Tüylerim diken diken oldu Suat abi durumun ne kadar ciddi olduğundan haberdarmış, meğer ben korkmayayım diye anlatmamış. Hoca biraz durdu halla halla dedi iki kere durup bunu tekrarladı ve anlatmaya başladı. Oğlum dedi rüyana göre sende bunlara ait bi şey var yada bunlara çok lazım olup sana ait olan bi şeyi almak istiyorlar. Seni bu yüzden öldürmemişler korkutmuşlar. Zaten yoldada takip ediliyordunuz dedi. Evet hocam yolda araba arızlanırkende ordaydılar galiba dedim. Hoca onu kastetmedim kahveden gelirken gördüm bu bölgeden olmayan bi cin ve bi cinniye bizi izliyordu. Allahım çıldıracaktım demek gece gündüz izleniyordum. Hoca devam etti zavallı köpeği bile kullanmışlar eziyet etmişler seni korkutmak için yada o esnada işleri vardı bekçilik etmiş evinin önünde. Ayrıca karmaşık olan bi kabile sendekini alıp seni öldürmek isterken başka bir kabile seni koruyor dedi. Yahu kim neyi almaya çalışıyor kim beni koruyor. Arkadaş görünmez korumada ilk defa duydum dedim içimden. Ama acayip olan bu kadar istedikleri şey ne dedi hoca. Oğlum dedi bi şey mi saklıyorsun. Suat abiye döndüm yok hocam gerçekten bende hiç bi şey yok dedim. Suat abi Nihat iyi düşün kardeşim esrarengiz bi şeyin var mı dedi. Abi valla yok olsa söylemem mi dedim. Hoca peki oğlum ailende dini bütün namazında niyazında biri varmı peki dedi hoca. Valla hocam ben namaz kılmıyorum çoğu zaman cumalara dahi gitmiyorum ne yalan söyleyeyim. Abim babam ve halamda kılmazlar. Sadece nenem kılar dedim. Annen peki dedi. Ben küçükken ölmüş dedim. Nasıl öldüğünü sordu bende trafik kazasında dedim. Hoca peki başka yaşayan yada ölen akraban varmıydı dedi. Dedem vardı hocam ha hatta ilmi baya kuvvetliymiş ben 3 yaşındayken vefat etmiş. Tam anlamıyla nenem ve babam hatırlar dedemi. Babam baya ilginç şeyler anlatırdı dedemle alakalı ama nenemde hep sustururdu korkutma çocukları derdi. Ne gibi dedi hoca. Valla hocam ne bileyim, mesela bi keresinde babam, deden ölürken odadaki herkesten tek tek helallik istedi ardından odanın boş bi tarafına bakıp sizde helal edin dostlarım dedi ardından tebessüm edip salavatını getirdikten sonra vefat etti dedi diye anlattım. Hoca biraz durduktan sonra kuvvetli ihtimal deden ama nenende olabilir demesiyle Suat abi benden önce davrandı ne olabilir dedi. Hoca aradıkları şeyi sana miras bırakan nenen olsaydı onu sıkıştırırlardı ama dedende öldüğünde sana bi şey bırakamayacak kadar çok küçüktün. Her ne verdiyse nenene vermiştir ve saklaması yada kullanması için seni uygun görmüştür dedi. Off ya dede doğru düzgün namaz kılmayan bi adama ne bıraktın sen dedim bide kemiğe gelmişlerdir diye kendimi avutuyordum geldikleri şey belli aslında yok kemiğe, ekmeğe, vişne suyuna gelirler yok ayakları ters yok gözlerinden lazer çıkarıyorlar bunlar şehir efsanesiymiş meğer. Keşke bu şekilde bilmeye devam etseydim lan. Hoca korkmayın halledecez inşallah dedi. Sonra odadaki kardeşine seslendi kardeşi gelince onu komşulara yolladı. Bize burdan ayrılmayın odaya geçiyorum dedi. Suat abi hocam odada napacan dedi. Hoca bu meselenin aslı nedir bi öğrenelim diyip içeri geçti. Suat abiyle birbirimize bakakaldık. Lan bu ne iş dedim neyi nasıl öğrenecek . Benle Suat abi oturduk bekliyoruz. İçerden hoca arapça dua etmeye başladı ben anlamıyordum Suat abide biraz anlar gibiydi. Sonra sesler kesildi hoca bi susuyor bi konuşuyordu ama kısık bi ses tonuyla konuştuğu için anlaşılmıyordu. Sanki duysam anlayacamda. O sırada gergin bir şekilde bekliyorduk. Dakikalarca sustuk. Susup yere bakmaktan başka bir şey yapmadık.Hoca konuşmaya devam ediyordu hatta bi ara içerden bi gürültü koptu yere bi şeyler düştü. Ben tam kalkıp hocam iyimisin diye bakacaktım ki Suat abi Nihat otur yerine hoca bi yere ayrılmayın dedi. Bende çaresiz oturdum. Ben böyle bi işkence yaşamamıştım. Beklemek mahvediyordu insanı. 
    Devamı yukarıda ↑

  4. Yakın Görüş (İlk Temas 3)

    Suat abiyle bizim eve gittik salona geçtik babamla arası çok iyidi Suat abinin. Bizim aile her zaman onunla takılmamı tembihlerdi iyi insandı çünkü. Çayımızı içtik Suat abi babama abi nihatla bizim köye gidelim diyoruz orada bi hocam var ne zamandır ziyaretine gitmemiştim hem Nihat içinde değişiklik olur hocamızı görür hayır duasını alır dedi. Babam hemen verdi izni direk ne zaman gidiyorsunuz dedi valla abi bu akşam çıkalım yola diyoruz babam biraz şaşırdı ama Nenemde gidin dedi Allahın dostudur gidin biraz ders alın dedi babamda fazla uzatmadı tamam dedi yolunuz açık olsun abim ve halam evde yoktu dışarı çıkmışlardı. Neyse bizimkilerin elini öptük evden çıktık. Ben bi şey belli etmemek için baya gayret ettim ama sesim ister istemez çıkmıyordu. Suat abinin eski model bi arabası vardı ama baya sıcak bir arabaydı çok şirindi bindik yola çıktık gideceğimiz yer 8 saat uzaklıktaki bi şehrin ….. ilçesine bağlı bi köydü. Yola çıkmıştık Suat abi beni rahatlatmaya çalışıyordu Allah ondan razı olsun böyle bi insanı tanımak bile yeter ve artardı. Nihat halledecez merak etme olabilir korkma hocamın ilmi Allahtandır o istedi Allah verdi oda bize Allahın ona öğrettikleriyle yardım edecek inşallah dedi. Yola devam ediyorduk ben uyuyakalmışım bi ara sallantıdan uyandım gözümü açtım Suat abi o an of ya kesin su kaynattı dedi. Abi noldu dedim arıza var dedi indi. Bende indim lan zifiri karanlık her yer, yanımızdan geçen nehrin gürültüsü ortamı bayağı geriyordu. Suat abi arabayı tamir ediyordu bende arabaya yaslanmıştım birden nehrin oradan bir ses gelmeye başladı boğuk bir sesle ‘ teâle ‘ diyordu lan Suat abiye bakıyorum kesinlikle duymamış arabaya odaklanmış adam. Dondum kadım. Birden tekrar bi ses geldi yine aynı şeyi söylüyordu ama bu ses tonunu duymuştum tamda o sesti Suat abilerde bana yüzünü dön diyen sesti bu ama teale neydi derken bi ses daha geldi ‘le tuğfir bu ‘ baya korktum Suat abi o esnada tamamdır Nihat arabaya binde marşa bas bi dedi hızlıca geçtim arabayı çalıştırdım olmuştu çok şükür. Arabaya bindik Suat abi fazla zaman kaybetmedik hızlı yaptık dedi bende abi dereden sesler geliyodu duydun mu dedim. Yo duymadım ne sesi dedi abi biri bana öfkeyle teale dedi ardından başka biri le tuğfirbu dedi Suat abi eminmisin Nihat nasıl olur araba bile geçmedi dedi bende abi valla duydum hatta o gece sizde duyduğum 2 farklı sesti aynı sesleri biraz önce duydum dedim. Nihat bu işte bi iş var dedi nasıl abi dedim. Biri sana gel diğeri gitme demiş demesiyle benim betim benzim attı gerçektende içinde bulunduğum durumun psikolojimi yerle bir edeceği ve geri kalan hayatımın bambaşka bir yaşantı haline dönüşeceği bir durumdaydım. Cehennemin dibi bu olsa gerek diye düşündüm. Hiç konuşamadım Suat abi bi yola bi bana bakıyordu ardından sen biraz daha uyu az kaldı zaten merak etme herkesin başına gelebilir dedi. Evet herkesin başına gelebilir belkide bu tür olaylar Allahın bize kendini hatırlattığı olaylardır diye düşünürken uyuya kaldım. Artık kabuslar başlıyordu. Kötü bir kabus gördüm bi sandaldayım çok tedirgin bir durumdayım. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum yardım edin boğulacam kimse yok mu baba, Suat abi, abi diye diye tek tek herkese seslendim ama kimse yok arkamı döndüm kıyı görünüyordu ama çok çok uzaktaydı sonra diğer tarafa döndüm aman Allahım bir karartı hemde o karanlıkta öyle büyük bir karartı ki çok uzakta olmasına rağmen tüm görüş alanımı kaplıyordu sonra gözüm daha yakınlara takıldı korkuyla tek tek saydım 12 tane sandal bana doğru yaklaşıyor hızlıca 10-15 metre uzağıma kadar gelip durdular tam o sırada arkamdan, kıyıdan bi ses geldi hemen buraya dön bakma onlara dedi bu sesi hatırlıyordum o gece bana korkma ve derenin orda gitme diyen sesti hızlıca oraya doğru döndüm ama baktım kimse yok nerdesin Allah hakkı için yardım et diye ağlaya ağlaya haykırdım kıyıdayım denize gelemem dediklerimi yap kurtulacaksın dedi başka çarem mi var sanki dediklerini yapacaktım dediklerinin hiçbirini kabul etme dedi. Birden arkamdakilerden biri yüzünü dön dedi ben o an bu tarafın düşman olduğunu anlamıştım elbet hayır dedim. Ya dön yada ömründen ömür gitsin dedi. Sizin gitsin ey lanetlenmişler dedim. Biraz sessizlik oldu ardından Onu vereceksin yoksa tüm konuşmuşluğun olanlar parçalanacak dedi. Susuyordum ne istiyordu bunlar bu nasıl bi rüya, rüya mı gerçek mi beynim artık yavaş yavaş idrak etme ve sorgulama yetisini kaybediyordu. Hiç bi şey düşünemiyordum kabul edecektim evet diyecektim. Tam dönecek ve tamam istediğiniz nedir diyecekken kıyıdaki ses geldi. Onu mu istiyorsunuz kıyıya gelin. Gelin ve alın o zaman…O sırada bu neee diye uyandım deli gibi bağırıyorum 2-3 dakika sadece bağırıp zaptedildiğimi hatırlıyorum. Hiçbir şey duymuyorum Suat abinin Nihat dur sakin ol kardeşim dediğini duydum. O an kendime geldim. Adama bir sürü tekme atmışım her yeri ayakkabı izi yüzünüde çizmişim. Bi an gözgöze geldik. Direk attım kendimi yere ama nasıl ağlıyorum. Hayatımda öyle ağlamadım.Tüm bu yaşadıklarımın hatta önceden yaşadığım kötü zamanların patlamasıydı belki . Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Suat abi özür dilerim dedim. Saçmalama olum ne özrü belliki kabus gördün dedi. O an kendimi yolun karşı tarafındaki uçurumdan atmak istedim bu adamın ne suçu var neden bu yaşadıklarımı o temizlemek zorundaki belkide çıldırdım ben en iyisi bi hastaneye yatmak diye düşünüyorum. O an Suat abi elini uzattı ve güçlü ol dedi korkma hadi kalk ayağa köye geldik hocamızın yanına gidelim. O ki tek işi gücü düşündüğü Allahtır. Allahın sevdiği adamın yanından daha hayırlı bi yer mi var bitecek korkma hadi kalk dedi. Elini tuttum ve kalktım biraz durdum ve Suat abiye sıkıca sarıldım tamam abi sen ne diyorsan o, söz veriyorum öl desen ölürüm dedim. Hadi hadi sen bana sağ lazımsın bu iş bittikten sonra ben sana yapacağımı bilirim dedi. Arabaya bindik 500 metre kadar ilerden sola saptık. Köyün girişine gelmiştik etrafı izliyordum çok güzel bir yerdi zaten ……. Bölgesi yemyeşil bir yerdi cennet gibiydi. Arabadan indik köy kahvesine doğru ilerledik. Suat abi selamun aleykum diyip içeri girdi herkes selamını aldı bende arkasından merhaba dedim lan kimseden çıtt yok hayda sanki küfür ettim diye düşünürken selamun aleykum dedim vayy aleykum selam dediler. Lan bunlarda on numaraymış dedim tebessüm ettim içeri geçtim. Sanki kurtulacakmışım gibi bi his geldi hemde çok yakın bi zamanda. Keşke düşündüğümden kolay olsaydı.
    Devamı yukarıda ↑

  5. Çarpılma (İlk Temas 2)

    Eve geçtim biraz oturdum abim babam nenem ve halamla oturuyorduk. Annem ben küçükken bi trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Bana bebekliğimden beri nenem bakmıştı ki ona anne diye hitap ediyordum. Abimlede aramızda 2 yaş vardı ve arkadaş gibiydik. Evde biraz oyalandım, oturdum, kalktım, deli deli dolandım resmen. İkindiden sonra benim canım sıkıldı dışarı çıkacam dedim. Bizimkiler bendeki tutukluğu farketmişti ama bi şey sormadılar benide pek severlerdi sık boğaz etmezlerdi Allah razı olsun. Neyse dedim ben kahveye geçiyorum arkadaşlarla oturacağım biraz. Tamam dediler kalktım hazırlandım kahveye geçecem. Yolda giderken Lan nasıl oldu bu iş diye düşünüyorum takıldığımız kahve yürüyerek 15 dakika uzaklıktaydı. Acaba tekrar başıma gelir mi bu tür bi olay diye diye düşünüyorum ki kahveye vardım. Arkadaşlarla oturduk biraz muhabbet ettik. Hakan, olum sende bi tutukluk var dedi bi şey mi oldu bende yok ya soğuk almışım biraz dedim iyi bakalım öyle olsun dedi baya muhabbetten sonra okeye oturduk. Benim kafa hala geceki olayda unutmak ne mümkün. Oyunuda mahvettim yanlış oynuyorum işlek atıyorum herkes sessizliğe büründü resmen. Baktım olacağı yok dedim arkadaşlar ben kalkayım baya bi kötüleştim şifayı kaptık herhalde. Mustafayla hakan olum hastaneye götürelim dediler ama lafı geçiştirdim yok ben eve geçip dinleneyim yarın görüşürüz dedim. Tamam dediler selamlaştık ayrıldık. Ben çıktım hava kararmıştı 9 gibiydi eve doğru yürüyorum neyse yürüdüm yürüdüm ana yoldan eve doğru uzanan sokağa saptım, saptım ki sapmaz olaydım. Karşımda simsiyah bir köpek. Ama nasıl siyah anlatamam bide bildiğin dişlerini sıkıyormuş gibi gözlerini dikmiş bana bakıyor. Lan ellerim ceplerimde ayağım havada kaldı adım atamıyorum sanki o adımı bassam saldıracak paramparça edecek beni öyle bi duruşu var. Tam 1 dakikaya yakın asker etti beni orada lan geri dönecem geri çekildiğimi hissedecek peşime verecek ne yapsam ne etsem diye düşünürken köpek topallaya topallaya yolun kenarındaki iki apartmanın arasından kayboldu gitti. Sağ arka yağı topaldı köpeğin. Lan dedim keşke koşsaymışım yanından yetişemezmiş zaten . Ardından eve girdim kapıyı çaldım halam kapıyı açtı. Nerdesin len diye takıldı biraz, salona geçtim yemek yedim derken tek tek herkes yatmaya başladı benle abim kaldık. En son abim bende yatıyorum deyince bende hemen onla odaya geçtim bende yatıyorum dedim. Neyse abim yatıyor bende karşısındaki kanepede uzanıyorum. Elimde bilgisayar nette dolanıyorum. Bi yarım saat kadar dolandım tak laptop kapandı kendiliğinden. Lan bi düzine sövdüm belki ama takoz baya ısınmıştı ondan kapandı kesin diye düşündüm. Neyse uzanırken uyuyakalmışım birden uyandım boğazım öyle kurumuştu ki sanki 4 gün boyunca oruç tutmuşum gibi tuzlanmıştı nikahsız. Lan bi gümbürtü koptu bir havlama sesi ama nasıl, dedim mahalle kesin ayağa kalkar bizim odanın balkona açılan kapısı vardı ordan balkona çıktım. Hayda yine aynı köpek deli gibi dolanıyor etrafında daire çiziyor. Birden durdu bana baktı sanki aradığı şeyi bulmuştu hırlamaya başladı dik dikte bakıyor şerefsiz. O sırada köyden getirdiğimiz bir kasa elma vardı balkonda lan en büyüğünü aldım önce büyük bir ısırık attım ammada suluymuş dedim takk bi fırlattım direk köpeğin kafasına. Arkadaş köpek önce bi silkelendi yine aynı şekilde durmuş bana bakıyor. Sokayım böyle işe dedim ama baya tırstım içeri girdim . Bi sigara yaktım. İçerdeyim abime bakıyorum. Mışıl mışıl uyuyordu. Birden bi ses geldi salondan ama emindim kesinlikle salondan geldi. Odadan çıktım salonun ışığına dokunmamla yere kapaklandım lan elektrik mi çarptı noldu derken kafamda bi kaynama direk tuvalete attım kendimi beynim kaynıyordu herhalde ölüyorum dedim. Allahtan tuvaletin ışığı sorunsuz yandı. Tuvalete girdim bi otuz saniye dizlerimin üstüne çöktüm. Arkadaş o anda sol burun deliğimden bildiğin musluktan akar gibi kan gelmeye başladı bu ne dememle kapattım sol deliği. Elimle bastırdım ki bu sefer sağdan gelmeye başladı. Onuda kapattım lan noluyor dedim bu nasıl bi kanama bu. Normalde yazları hava çok sıcak olduğunda yada çok ders çalıştığımda hafif kanardı ama 1-2dakikaya dururdu. Ama bu öyle böyle değil. Lan bu sefer boğazımdan gelmeye başladı nefes alamıyorum öğürmeye başladım ama öküz gibi napayım ne deyim derken o sırada ezan sesi geldi dedim tamam bu benim selam sayılsın bıraktım ellerimi açtım kan akıyorda akıyor ben havluyla siliyorum o akıyor hocada ezanı karıştırdı o sırada dedim lan bari sela varsaydığım ezanım ciddi olaydı. Neyse sonra havluyla bastırdım. Allahtan kanama durmaya başladı. Ortalığı temizledim hemen geçtim yattım. Sabah kalktım telefonda suat abi 5 kez aramış beni hemen hazırlandım abiye ayıp olmasın diye aradım. Abi hayırdır dememle hemen bize gel dedi. Noldu abi dedim. Kimseye bir şey belli etme dedi ve hemen gel dedi. Halam kahvaltı hazırlamıştı abimle babamda işteydi. Halam yinemi oynadın burnunla o nasıl kandı öyle olum dedi. Hala valla durmadı bu sefer dedim. Neyse bi şeyler atıştırdım . Nenemi öptüm halamı öptüm direk Suat abilere.
    Suat abilere vardım evde o ve Haydar vardı. Selam verdim içeri geçtik. Abi noldu dememle. Tuttu kolumdan oğlum sen ne yaptın ha ne haltlar karıştırdın dedi. Abi noldu Allah aşkına yahu dememle dün gece burayı başımıza yıktılar dedi. Demesiyle haydar o 1.87 lik 90 kiloluk adam ağlamaya başladı. Abi noldu dedim Allahını seversen kim ne yaptı dedim. Biraz durdu gözlerime baktı yok dedi sen değilsin sen bi şey yapmadın değil mi. Abi valla mesele ne anlamadım bile dedim. Oturdu haydarda oturdu ben ayaktayım biraz sessizlik oldu sonra bana döndü tek soru soracam direk cevap ver dedi. Tamam abi başım üstüne dedim. Dün gece bi anormallik yaşadın mı demesiyle benim başımdan kaynar sular döküldü hemen anladım. Gözlerim yaşardı sonra topladım kendimi olayı anlattım işte elektrik çarptı burnumdan kan aktı falan. Suat abi yaklaştı bana ellerime baktı gözlerime baktı yok dedi sen çarpılmışsın indirmeye çalışmışlar ama bünyen kaldırmış dedi ben ağlayamıyorum bile korkudan. Başka bi şey oldumu dedi yok abi dedim ha bide imam dün gece ezanı karıştırdı nasıl dedi önce hayyalel salah diyeceğine hayyalel felah dedi . Söylemez olaydım artık savaş başlamıştı Suat abi ezan tersten okunmuş dedi nasıl tersten abi dedim abi imamı Şiblinin cinlerin esrarı kitabında yazıyor onların aleminde ezan tersten okunur eğer bir kapı açılırsa ezanlarının sesi gelir dedi. Yıkılmıştım kesin bize musallat oldular dedim. Hayır dedi bize değil sana dediler. Korkudan dilimi ısırıyordum abi dedim bak elini öptüm bana yardım et mahvolurum dedim. Haydara döndü Haydar sen direk üniversitede yaşadığın eve gidiyorsun sen kaçıp kendini kurtar ailenede okulu bırakmadığını bütünlemelere çalışacağını söyle. Haydar tamam abi dedi yutkundu ardından ee abi siz napacaksınız halledebilecekmisin dedi. Suat abi bu iş beni aşar Nihatla ben gidiyoruz.
    Devamı yukarıda ↑

  6. İlk Temas

    Ben üniversitenin ilk 3 yılını sorunsuz bir şekilde okuyan başarılı sayılabilecek bir öğrenciydim. Fen-Edebiyat fakültesinde okuyordum ve 3. sınıfın yaz tatilinde memlekete döndüm. Hikayede burdan sonra başlıyor. Onlarla ilk temasım daha doğrusu onların bana ilk teması tamda o günlerde meydana geldi. Suat abi bizim sınavı kazanmamızda çok büyük emeği olan biriydi dershanede hocaydı ve evinde fırsat buldukça bize özel ders verirdi ve 1 kuruş para bile talep etmezdi. Memlekete döndükten 2-3 gün sonra Suat abilere uğradım haydar die bi arkadaşım var bu manyak ingilizce işletmeyi kazanmıştı ama bırakıp gelip tekrar hazırlanacağını söylemiş Suat abiyle 2 haftadırda çalışıyorlarmış. Akşam bunlara gittim bunlar ders çalıştı biraz ardından yemeğe oturduk. Yerde yemeği yiyorduk tavuk kanat yapmıştı Suat abi. Suat abi her odaya 5 litrelik şişelerin kafasını kesip çöp kutusu yapmıştı bende yemek yerken gayri ihtiyari yediklerimi buraya atıyordum. Neyse evde biz üçümüzden başka 2 kişi daha vardı. Suat abi Nihat sen salonda yat tv izlersin benle haydar 1-2 etüt daha yapacağız dedi. Diğer 2 liseli gençte odalarına geçip yattılar. Ben tv izlerken dalmışım hep öyle olur zaten ama bir ara irkilerek uyandım ve uyandığıdmda tv açıktı. Fakat ben otomatik kapatmaya ayarlamıştım yarım saat sonra kapanacaktı. Hiç dönmedim yüzümü üşengeçlikten yada kesin haydar açmıştır kapatır birazdan dedim. Nitekim tam o anda banyodan musluk sesi geldi. Benim yattığım salonun tam karşısındaki duvarın arkasında Haydarla Suat abi yatıyordu. Yani salonun sağ tarafındaki kapıdan çıkınca dış kapı ve onların odasının girişi ve mutfak mevcuttu. Salonun sol tarafındaki kapıdan geçince banyo, tuvalet ve 1 oda daha vardı. Musluk sesini alınca haydar büyük ihtimal dedim ve uyumaya koyuldum. Tam o sırada tv kapandı. Lan noluyo dedim yarım saat mi uyuduk topu topu otomatik kapandı bu. Ardından lanet olsun o anlara herşeyin başlangıcı o zaman dilimiydi işte ardından musluk kapandı her tarafıma bi titreme geldi silkindim resmen. Biri o salondan geçti. Suat abinin evi bodrum kattı ve salonun bi bölümünde parke kaplı zeminde bi yere basınca gorçç die ses çıkardı. Lan bi döndüm kimse yok direk çarşafı üstüme çektim. Duvara doğru dönüktüm. Fısıltılar geliyordu ama sanki salonda 20 kişi vardıda birbirleriyle fısıldaşıyorlardı. Allahım dedim bu ne. Böyle bi şeyle karşılaşmakta mı varmış dedim. Ardından biri yükses sesle yüzünü dön, kalk dedi. Yutkunamıorum bile 30 saniye nefes almadım belki bu süre zarfında bi kere daha yüzünü dön dedi. Yüzleşecektim ama prizde takılı telefondan başka fırlatacak bi şeyde yokdu yakınımda. Tam telefonu avuçladım fırlatacağım bi ses daha geldi ama daha farklı bi tonla korkma dedi ardından ezan sesi geldi. Hiç bu kadar sevinmemiştim ezanı duyduğuma ne yalan söyleyeyim .O cesaretle döndüm salon bomboş kimse yok. Sonra 2-3 dakika oturdum öyle o sırada suat abilerin odasının ışığı yandı. İçerden suat abi seslendi nihat gel namaz kılalım hadi diye. Ulan ne ballıyım dedim tam zamanında korkmuşuz dedim. Neyse kalktım sağ kapıya doğru yürüdüm bunların odasının kapısına elimi attım ışıkları söndü. Neyse kapıyı açtım ki o ne. Afedersiniz bi çay bardağının çeyreği kadar altıma kaçırdım suat abide haydarda mışıl mışıl uyuyor. Lan korkudan gözlerim dolmaya başladı. Hemen Suat abiyi kaldırdım. dedim abi hal mesele böyle böyle ezan okudu namaza çağırdın beni diye diye yaşadıklarımı anlattım. Haydar gülmeye başladı sen sabahları çizgi film izle etkileniorsun gece tv izleme diye falan die basit basit konuşmaya başladı. Suat abi 1-2 dakika düşündü oğlum namaza daha yarım saat var ne diyorsun dedi. Abi nasıl olur dedim ezan okundu sen beni çağırdın içerden diye. Hemen salona fırladı ışığı açtı bende arkasındayım tabi. Hemen çöpe yöneldi kendi katılmamasına rağmen rağmen hayatımda tanıdığım en zeki insandı ki ben insanları eğitim alanlarına göre değerlendirmem neyse. Dedi nihat sen attın değil mi bu kemikleri. Evet abi herhalde ben attım emin değilim ama. Dedi ben haydar ve çocuklar atmayız ben kaç kere uyardım tembihledim onları. Buna gelmişler demek dedi. Ne buna gelmiş dedim.Üç harfliler yani cinler dedi. Lan benim betim benzim attı hele haydar, esmerim adamı ben hiç bu kadar beyaz görmemiştim bi dahada görmem herhalde. Suat abi çöpleri döktü korkma dedi problem yok kemiktir pis yerlerdir bu gibi yerlere gelirler. Çoğu korkutmak amaçlı eğlenmek için öylesine gelir zaten dedi. Arkadaş kafa yapacak bizi mi buldular anasını satayım diye geçirdim içimden. Ayetel kürsi, nas ve felak surelerini oku yat dedi. Abi bende sizin odada yatabilirmiyim dedim sabaha zaten eve geçecem. Önce gülümsedi sonra tamam gel yat dedi. Haydar ise hiç konuşmuyor orda bizi dinliyordu oda en az bizim kadar korkmuştu. Sabah gözlerimi açtım üzerimden sanki kamyon geçmiş gibiydi.Vucudum öyle ağırlaşmıştı ki anlatamam. Hemen kalktım eve gittim. Gerçi evde bi işim yoktu ama gece yaşayadığım olay nedeniyle hemen burdan ayrılmak istiyordum.
    Devamı yukarıda ↑

  7. İlginç Bir Hikaye

    Bu öykü Yeni Zelanda'dan Kay Martin’ e ait: Akşam yemeğine arkadaşlarını çağıran Kay, yemekten önce küçük bir aperatif hazırlarken bir tavuğun acı acı bağırdığını duyar. Sesin nereden geldigini merak eden Kay bahçeye çıkar. Bahçede bir şey göremez. Ancak ses daha yakınlardan, hatta mutfaktan gelmektedir. Giderek yükselen sesin kaynağını keşfettigi zaman tüyleri diken diken olur. Kızarmasi için fırına yerleştirdiği tavuktan çığlık çığlığa sesler gelmektedir. “O anda elim ayağım boşandı. Tavuğu canlı canlı pişiriyorum sandım. Korkudan az daha ölüyordum.” diyor.. Tavuğun çığlıkları Kay'inkiler ile birleşince konuklar mutfaga üşüşür ve çığlıkların nedeni ortaya çıkar. Tavuğu fırından çıkartan konuklar, hayvan sogudukça seslerin kesildiğini fark ederler. Yeni Zelandâ da tavuk çiftliklerinde hayvanlar, bizde olduğu gibi boynu kesilerek öldürülmez. Kay'in akşam yemeği için hazırladığı tavuğun ses telleri kesilmediği için tavuğun karnında biriken buhar, hayvanın boğazından geçerken büyük bir basınçla ses tellerini harekete geçirmiştir. Bu olaydan sonra, tahmin edebileceginiz gibi, Kay bir daha evinde tavuk pişirmez.

  8. Misafir Cinler

    Çok güzel birgündü. En sevdiğim arkadaşlarımı evime çağırmıştım. “Beraber çay içeriz, oturup dertleşiriz.” diye düşünmüştüm. Beklemeye başladım. Tabii boş durmuyordum. Müzik dinliyor, günün keyfini çıkarıyordum. Olacaklardan habersizdim. Her zamanki gibi, fondaki müzik her ne kadar hareketli de olsa içimde birşeyler oluyordu. Gündüzdü ama karanlıklar hissediyordum. Kapı çalındığında korkmadım desem yalan olur. Gelenler onlardı: arkadaşlarım. “En sonunda geldiniz.” deyip eve konuk ettim onları. Bir kenara oturdular. Gülüp eğleniriz diye gelmişlerdi; ama suskunlardı. Konuşturmak için çok çalıştım ama çabalarım boşunaydı. İçeceğimiz bir bardak çayın bizi neşelendirebileceğini düşünüp oradan çay getirmek üzere ayrıldım. Garipti; çünkü birbirleriyle bile konuşmuyorlardı. İçimi tarifsiz duygular kapladı. Neler oluyordu acaba? Yanlarına çaylarla geldiğimde ikisi birden bana öyle bir baktılar ki, gözlerinde nefret vardı. Havayı dağıtmak istedim yine sustular. Tam o esnada arkadaşım, çayını upuzun tırnaklarıyla karıştırmaya başladı. Tırnaklarını gördüğüm an, üstüme sanki kaynar sular boşandı. Korkuyordum nasıl uzaklaşabilirdim… (Cinler insan kılığına girdiklerinde ya tırnakları uzun olur yada vücutlarının bir bölümü farklı olur) Son çırpınışlarımdı. Kaçmalıydım. Tam o esnada, bugüne kadar sesine sinir olduğum kapı zili, bana en güzel şarkılar gibi gelerek çaldı. “Müsadenizle…” diyip kapıya yöneldim. Sessiz durmaları, beni korkutmuştu; ama kapıyı açmak son çaremdi. Kapıya yöneldim. Kapıda abim vardı. Hızla olayı anlattım. “Hadi gidelim. Çabuk olmalıyız, kaçmalıyız.” dedim. “İçerde cinler var.” “Nerden anladın?” dedi. Kısaca önemsemeyerek, “Uzun tırnakları vardı.” dedim. Abim, hızla yüksek sesle tırnaklarını gösterip, “Böyle mi!” dedi. O anda bayılmışım. Sonra geciken arkadaşlarım geldiğinde beni ayıltılar.

  9. Uyurken Gelen Tehlike

    Başımdan geçen garip; ama gerçek olan bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Henüz çocuktum. 12 yaşındaydım. Ablamla aynı odayı paylaşıyorduk. Büyük bir oda ve karşı, karşıya yataklarımız, bir de büyük bir penceremiz vardı. Bir gece uyurken, bir el beni dürtükledi. Ben de bilinçsiz, uykulu uykulu gözlerimi açıp, hemen pencereye doğru baktım ve siyah bir gölge şeklinde bir cisim gördüm uzun kulaklı. Ablamın ayağının ucunda oturmuş, dışarıyı seyrediyordu. Baktım ablam uyuyor. Aklıma bir şey gelmeden, korkumdan gözlerimi yumdum. Yorganı çektim, Kur’an okumaya başladım uyuyana kadar.

    Sabah olup bitenleri anneme, babama, ablama anlattım. Annem, “cin, şeytan” diye çok korktu. “Hocaya götürelim.” dedi. Ama babam, bana inanmadı ve, “Ağaç gölgesidir.” dedi. Halbuki, boş bir bahçeye bakıyor odamız ve ağaç falan da yok.

    İkinci gün; ben, annem, ablam ve kundaktaki kardeşim Ozan, bizim odada yere yatak serdik ve uyuduk. Yine bir el beni dürtükledi ve benim gözlerim, yine cama gitti. Yine aynı şeyi gördüm ki, Ozan hemen ağladı ve ağlamasına annem gece lambasını açtı. Ama o, kaybolmuştu. Olaylar, büyümeye başladı.
    Yatağımda uyuyorum. Uyandığımda kendimi bahçede, salonda, damda, annem’le babamın arasında buluyorum. Ama birgün uyandığımda, ağzım yamulmuştu!!!… Sanki yanağım, felç olmuştu. hissetmiyordum, oynatamıyordum. Yanağım ve ağzım resmen yamulmuştu ve benden korkmaya başladılar, “Seni cinler çarptı!” diye… Annem, beni doktora götürdü. Doktor, çok şaşırdı. Yanağıma tam 15 gün, elektirik verdiler ki düzeldim. Eve geldim ve o gece yine beni uyandırdılar; ama bu defa lanetli cinler değil, aynı şekilde bir cisim. Ama nur gibi, ışık gibi. Ben, yine korktum.

    Ertesi gün annem, beni babamdan habersiz bir hocaya götürdü. Bütün bu olanları anlattım ve bana cinlerin iliştiğini, beni yanlarına almak, lanetlendirmek istediklerini söyledi. Başaramayınca (Kur’an okuduğum için) bana tokat vurduklarını; ama son gördüğüm şeyin beni koruması için Allah’ın gönderdiği bir melek olduğunu söyledi. Büyük bir Kur’an getirdi ve elini başımın üstüne koyarak okumaya başladı.O günden sonra da, hiçbir şey görmedim ve onların lanetinden kurtulduğum için mutluyum. Ayrıca Kur’an’ın, ayetlerin ne kadar önemli olduğunu da anlamış oldum. Şimdi, 19 yaşındayım ve ayet okumadan yatmam… 
  1. N'olur Üstümü Ört

    Bu olay Bursa’da olmuş. 17 yaşında bir genç kız aniden ölmüş. Aile, perişan olmuş ama n’apsınlar, kızı defnetmişler tabii. Aradan birkaç gün geçmiş. Baba, kızını rüyasında görmüş. Kız sürekli titriyomuş ve, “Çok üşüyorum baba. Yalvarırım üstümü ört!” diyomuş. Adam, sabah kalktığında rüya aklına gelince hüngür hüngür ağlamış. “Gül gibi evladımı kaybettim. Rüyama giricek tabii.” diye düşünmüş. Karısının üzülmemesi için de ona hiçbir şey söylememiş. Ama ertesi gece, sonraki gece, daha sonraki gece, hep aynı rüya: “Çok üşüyorum baba. N'olur üstümü ört!” Baba, bir gece yine aynı rüyayı görürken kan ter içinde uyanmış. Dayanamamış. Karısının, “Nereye bey bu saatte?” demesine aldırmadan sokağa fırlayıp soluğu mezarlıkta almış. Kızının mezarına gelince ne görsün? Mezar açık ve bomboş! Adam, ne yaptığını bilmez bir halde mezarlık bekçisinin kulübesine yönelmiş. Allahım, o an gördüğüne yürek dayanmaz. Bekçi, resmen kıza tecavüz ediyomuş! Meğer bu aşşağılık herif her zaman, yeni gömülen ölülere belli bir süre bunu yaparmış. 

  2. Ölen Babaanne

    Liseli bir genç kız, babaannesiyle yasamaktadır. Birgün, okuldan eve gelir. Babannesi, salonda oturmaktadır. Babannesi, genç kıza bakar ve kendisine su getirmesini ister. Kız da mutfağa doğru yürürken, telefon çalar ve arayan babaannesidir. Komşuya gittiğini, yarım saate kadar geleceğini söyler kıza ve kız hayretle sorar: “Babanne, sen evde değil misin? Burda, sana çok benzeyen biri var.” der. Babannesi kıza, “Senden su mu istedi?” diye sorar ve kız, “evet!” der. “Derhal ona suyu ver ve evi 5 saniye içinde terket!” der. Kız, şaşkınlık içinde mutfağa gider ve suyu verip evi terkeder. Arkasına dönüp baktığında, ev yıkılmıştır ve ölen, kızın babannesidir….. 

  3. Kahverengi Pijamalı Adam

    Bunu bana teyzem kendi anlatmıştı.Dedem öldükten (daha doğrusu gömüldükten) sonra, teyzemler komşularıyla ona Kur'an okuyorlarmış. Bu arada bir komşusu, dua ederken karşı koltuğa bakıyormuş. Teyzem de bir yandan dua okuyup, bir yandan etrafına bakıyormuş. Teyzemin komşusu, dua ederken birden donakalmış. Kadın, koltukta geri geri gidiyormuş ve bembeyaz kesilmiş. Teyzem, duayı bitirdikten sonra kadının yanına gidip ne olduğunu sormuş; fakat kadın konuşamıyormuş. Teyzem, kadını dürttüğü anda kadın duayı bitirmiş. “Amin.” deyip yüzünü sıvazlamış ve hemen ağlamaya başlamış. Teyzem, kadına “Niye ağlıyorsun?” dediğinde kadın, şok edici cevabı vermiş: “Koltukta kahverengi pijamalı bir adam oturyordu, o da dua ediyordu. Adam, duayı bitirip kafasını kaldırınca baban olduğunu anladım.” demiş. Kadın, devam etmiş: “Kafasını kaldırdığında gülümsüyordu. Sonra bir anda kayboldu.” Dedem, hastanede diyalize bağlı yaşıyordu ve son sözü “Diyaliz.” oldu. Hastanedeyken sürekli kahverengi pijama giyerdi. Teyzemin komşusu ise, dedemin ziyaretine hiç gitmemişti. 

  4. Garip Yılbaşı

    2003 yılının yılbaşı gecesiydi. Gayet soğuk bir havada eve doğru gidiyordum. Markete uğradım. İçki, çerez, sigara aldım. Yolda yürümeye başladım. Yola şöyle bir baktım, son derece ıssız ve sessiz oldugunu gördüm. O anda bir şeyler olacağını sanki anlamıştım. Yolun iki yanı ağaçlarla çevriliydi. Son hızla yolda yürümeye basladım. Karımın işyerinden arkadaşları, ailesiyle yılbaşı kutlaması yapacaktık. O insanları sevmiyordum. Zorla ayaklarım beni eve götürüyordu. Misafirlere katlanmamın tek sebebi, yılbaşını mutlu bir şekilde geçirmek istememdi. Yolda hızlı bir şekilde ilerlemekteydim. Yol, çok karanlıktı. Ansızın silah patlaması gibi bir ses geldi. Yukarıya baktım. Parlak bir ışık, sanki her saniye büyüyerek üzerime geliyordu. Ben de giderek küçülüyordum sanki. Ve o ışık bir an söndü. Kurtuldum diye rahatladım, koştum eve doğru. Bir de ne göreyim: Saat, sabaha karşı 5 olmuş. Hanım, beni kapıda karşıladı. Kan-ter içindeydim. sanki kıtalar arası koşmuş gibiydim. Hanım, cilveli bir şekilde, “Nerdeydin,sabaha kadar bekledim. Çok meraklandım.” dedi… Bu olay, bir süredir kafamı karıştırıyor. Size yazayım dedim. 

  5. wtf!?

    1999 yazında gerçekleşmişti. Ben, bu tarihte Erdek'te bir otelin barında çalışıyordum. Bu nedenle geceleri geç yattığım için öğlen kalkıyordum. Yine böyle gece, geç saatlere kadar çalıştığım bir günün ertesi, öğlen saat 4 gibi kalktım ve her zaman yemek yediğim yer olan otelin karşısındaki büfeye gittim. Orada otelin güvenliklerinden biriyle karşılaştım ve beraberce bir masaya oturduk. Yemeğimizi yerken yanımıza benim arkamdan biri yanaştı ve aynen şu cümleyi söyledi: “Falına bakmamı ister misin?” Ben, bu lafın bana söylenmediğini düşünerek tostumu yemeğe devam ederken sesinden kadın olduğunu anladığım o şahıs aynı soruyu tekrarladı: “Falına bakmamı ister misin?” Bunun üzerine dayanamayıp arkamı döndüm. Ben de herkes gibi, döndüğümde o tipik falcı kılığındaki birini göreceğimi sandığımdan hızlı ve sinirli bir dönüş yaptım -ki bunun bir diğer nedeni o güne kadar fala inanmıyor olmamdı-. Kadınla göz göze geldik ve kadın az önce sorduğu soruyu benim ona herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden yineledi: “Falına bakmamı ister misin?” Ben de üzerimde neden olduğunu bilmediğim o bir anlık şaşkınlığı atarak hızlı bir şekilde, “Hayır!” diyerek arkamı döndüm. Bunun üzerine yanımdaki güvenlik arkadaşımın kadına, “Benim falıma bak.” dediğini duydum. “Duydum…” diyorum; çünkü o 3-5 saniye arası, sanki yaşanmamış gibi geliyordu. Arkadaşım, kolumu tutarak benim de baktırmamı, parasını kendisinin vereceğini söyledi. Ben de gayri ihtiyari, sanki bunu yapınca rahatlayacakmışım gibi kafamı olur anlamında salladım. İşte tam bu sırada falcı kadın, arkadaşıma onun falına bakmayacağını söyledi ve benim yanıma gelerek sanki bir “Rıdvan” (cennetin bekçisi) gibi tepemde dikildi. Bunun üzerine ben de ne istediğini, istediğinin para mı olduğunu sordum. Falcı kadın, aynen şunları söyledi: “Falına bakıcağım!” Ben de sanki bu bir oyunmuşçasına, “Niye?” dedim. Kadın, buz gibi donuk sesiyle, “Çünkü az önce istediğini söyledin.“ dedi. Az önce kaynağını bilmediğim, o irkilme sebebim gibi görünen kadın, bana bir anda çekici gelmeye başladı. Aklımdan "Neden olmasın ki, ne kaybedersin ki zaten.” denen o en tehlikeli düşünce geçti. Falcı kadına, “Tamam.” dedim. Kadın, hiç duraksamadan yanıma oturdu ve kafasını yere doğru eğerek bana sağ elimi uzatmamı söyledi. Ben de biraz yaramazlık olsun diye aklımdan sol elimi uzatmak geçiyordu ki, falcı kadının ağzından beynimdeki tüm kanı donduran şu sözler döküldü. “Sakın ha, yanlış elini uzatmak gibi haylazca bir şey yapma!” İşte o an kendimi felç olmuş gibi hissettim. Oradan gitmek istiyordum; ama mümkün değildi. Ayaklarım, sanki yere mıhlanmış gibiydi. Ben, bu korkuyla karışık durumda sağ elimi kadına uzattım. Kadın, parmaklarımın arasına bir bezden sıktığı sıvıyı sürdü ve sağ elimi sol elimle kapattı. Sonra sanki bana acırmışçasına baktı. Ardından elimi açtı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bir an sustu ve bana kelimelerine hiç aralık vermeden şunları söyledi: “Bir kağıt alacaksın ve bu seni büyük bir topluluğun içine sokacak. 3 gün içerisinde çok sevdiğin iki insanı kaybedeceksin. Şu an sıkıntıların var; ama yarın bunların hepsi sona erecek. Annen, çok uzaklardan bir haber alacak.“ Ve en son söylediği söz ise şuydu: "2 abinden büyük olanı, küçük olanından daha uzak bir yere gidip sizden ayrılacak.” Olayın hikaye kısmını geçerek size o hafta olan olaylardan bahsedeyim. 2 gün sonra üniversite sınav sonuç kağıdım geldi ve ben artık bir kalabalığın içinde olmaya hak kazanmıştım. Bundan bir gün sonra, kuzenimin intihar ettiği haberini aldık ve aynı gün dayım, kalp krizinden öldü. Ortanca abim, aniden askere gitmeye karar verdi ve diğer abim de üniversite için Avusturalya'ya gitti. Ben, bu olayın üzerinden yaklaşık 3 yada 4 ay sonra tesadüfen tekrar Erdek'e gittim. Aklıma bu kadın geldi ve aramaya karar verdim. Ancak tüm aramalarım boşa çıkmıştı ki, son bir kez uğradığım benzin istasyonundakilere sorarken birisi bana, o kadını tanıdığını ancak o kadının yaklaşık 3 sene önce öldüğünü söyledi. Benim o anki halini tarif edemiyeceğim için bu tarifi size bırakıyorum. Daha sonra adama olayı anlattım.Adamın bana inanmamış olduğunu anlasam da, kadının yaşadığı yeri bilip bilmediğini sordum. Bana kadının evini tarif edebileceğini söyledi. Ben, tarif doğrultusunda eve gittim. Ancak gittiğim yer, bir ev değil harabeydi. Yanmış, yıkık dökük içinde, şarap içenlerin olduğu yıkıntı bir yerdi. Ben, evin içine girdim, biraz dolaştım. İçerde şarap içen insanlara böyle birini görüp görmediklerini sordum. Kimse görmediğini söyledi. Ben de ümidimi kesmiş evden tam ayrılacağım sırada, az önce çıktığım merdivenlerin üstünde kadının benim elimin üstüne sıktığı bezi gördüm. Diyeceksiniz ki aynı bez olduğunu nerden biliyorsun. Çünkü o günden sonra, sağ elimdeki koku hiç çıkmadı! 

  6. Evliya'nın Yumruğu

    Başımdan geçen ilginç olayı sizlerle paylaşmak istedim. 6 sene önce, askeriyede çalışıyordum. Bir akşam göreve gittik. Görev yerim, Bingöl -Sütlüce Köyü yakınında bir tepe. Ben, her zamanki gibi öncüydüm. Araçlardan indik. Ben önden, yaklaşık 4 saat yürüdük. Ortalık bayağı kararmıştı. Bölük komutanımıza sorduğumuzda bize bir açıklama yapmıyordu. Neyse, vara vara bir tepeye vardık. Ben giderken bir duvar yakınından geçtiğimi iyi hatırlıyorum. Neyse, biraz oturup mevzilerimizi yaptık. Daha sonra her mevziye 2 kişi gelecek şekilde girdik. Sayımız az olduğu için diğer arkadaşlarımı zor görüyordum. Aralar bayağı açıktı. Gece saat 1-3 nöbeti geldiğinde, arkadaşım beni uyandırdı. Ben de kalktım, nöbet yerine gittim. Nöbet yeri de mevzinin yaklaşık 7 metre falan uzağındaydı. Dedim kendi kendime, “Bir tuvalet ihtiyacını göreyim.” Neyse, onu hallettim geri geldim. Hava da esiyor diye kafamı taşın arkasına biraz eğdim. Sen misin başını eğen! Bana bir taş mı yoksa yumruk mu, ne olduğunu anlayamadığım sert bir şey, fena vurdu. Bir sıçradım, arkama bir baktım kimse yok. Gece görüşle diğer arkadaşlara bakıyorum, onlar uyuyor. Tek tek, herkese sordum; kimse bir şey bilmiyor. Kaş yarık, surat kan içinde, bölük komutanına olayı anlattım. Bana neler yaptığımı sordu. Ona sadece küçük tuvalet yaptığımı, sonra da nöbet yerine döndüğümü anlattım. Bana, “Nereye?” dedi. Ben de gösterdim. Bana bir güldü. “Sabah, anlarsın” dedi. Sabah oldu, bir de ne göreyim: Önümüzde kocaman bir Yatır! Eski ismi tekke denilen, eski evliya mezarı gibi bir şey. Meğer, her sene insanlar oraya adak kesmek için gelirmiş. Biz de emniyet için gitmişiz. Tabii bu arada benim kaş, oldu yumruk gibi şiş. Anladım ki dünya boş değil. 

  7. Keçi Bacaklılar

    Ben de size başımdan geçen bir olayı anlatacağım. 1994 senesinde Muğla Üniversitesi'nde okuyordum ve üniversitenin bahçesindeki yurtta kalıyordum. Üniversite, şehirden 10 dakikalık bir mesafede, yüksekçe bir alana kurulmuştu. Kız ve erkek yurdu yanyana uzanıyordu. Kız yurdundan bir arkadaşım vardı.Gerçek ismini buraya yazmıyacağım. Kendisinden Sibel diye bahsedeceğim. Yurta sürekli garip olaylar oluyor. Geceleyin derinden gelen tefli çalgı sesleri duyuluyor; ama nereden geldiği anlaşılamıyırdu. Sürekli kafayı yiyenler çıkıyordu. Odalar, 6 kişilikti.Sibel'in oda arkadaşı her gece uykusundan, “Geldiler, geldiler!” diye çığlıklar atarak uyanıyordu. Rüyasında insana benzeyen ama bacakları keçi bacağı gibi olan kişilerin onu uyandırdığını söylüyordu. Kız, artık uyku uyuyamıyordu. Altı -yedi gündür uyumamıştı. Ne zaman göz kapaklarını indirse, o adamlar onu kolundan tutup karanlık bir çimenliğe doğru çekiyorlardı. Müzik sesleri, en çok Sibellerin odasından duyuluyordu. Tam da sabah ezanı zamanı. Günün ilk ışıklarla aydınlanmaya başladığı alaca karanlıkla da kayboluyordu. Çarşamba akşamı saat 23:00 civarında, Sibel'in arkadaşı, “Geldiler!” diye çığlık atarak yurdun üçüncü katından aşağı atladı ve öldü. Bu olay Hürriyet Gazetesi'nde yurtta intihar diye de çıkmıştı. Bunu üniversitenin büyük bir kısmı ve ben gördüm; çünkü ikinci öğretimler o saate dersten çıkıp durağa doğru yurtların önünden yürüyordu. Bu olay arkadaşımı çok sarstı. Uzun süre kendisine gelemedi. Yurtta cuma günleri banyo gününür. Saat 22'de başlar ve 23'te su soğuduğu için kendiliğinden biter. Sibel, saat 23'te banyoya gitmiş. Uzun bir koridor gibi ve sağlı sollu duş bölmeleri var. Yalnız kapısı yok, girişler perdeli. Sibel de benim gibi ikinci öğretim. Su bitmesin diye hemen yurda geliyor. Odaya gidiyor kimse yok. Hemen malzemelerini alıp banyoyo gidiyor. Banyoda 3 kabin dolu. 8 sağda 8 solda toplam 16 kabin var. Sibel de birine giriiyor ve duş alıyor. Su ılımış bile. Hızlıca banyo yapıyor. Yavaş yavaş, diğer kabinlerden gelen su sesleri kesiliyor. Su, buz gibi oluyor. Sibel, havluya sarılıp çıkıyor. Son kabinden hala su sesi geliyor; ama su buz gibi olduğu için Sibel, herhalde açık unutulmuştur diye kabine gidiyor ve perdeyi açıyor. Şok oluyor; çünkü belden aşağısı keçi bacaklı olan bir kız yıkanıyor. Sibel, “İmdat!” diye bağırarak odasına koşuyor. Odada diğer bir arkadaşı banyodan yeni çıkmış kurulanıyor. Olanları ona anlatıyor kız arkadaşı anlamsızca gülmeye başlıyor ve “Böyle mi?” diyerek birden havlusunu açıyor. Sibel, dona kalıyor; çünkü onun da bacakları keçi bacağı gibi!.. Çığlıklar atarak televizyon odasına koşuyor. Diğer kızlar, onu sakinleştirmeye çalışıp odasına ve banyoya bakıyorlar; ama kimse yok. Daha sonra Sibel'in oda arkadaşı, diğer arkadaşlarıyla birlikte sinemadan geliyor. Son iki derse girmeyip sinemaya gitmişler ve daha yeni gelmişler. Kız arkadaşım, bundan sonra okulu bıraktı ve memleketi olan Manisa'ya gitti. 

  8. Üç Harfli

    Bazı insanlar vardır, cinlerin varlığına inanmazlar. İnanmadıkları gibi bir de dalga geçerler. Ben de bunlardan biriydim, tâ ki bu olay başıma gelene kadar. Ramazan ayındaydık ve ben bir cemaat evinde kalıyordum. Bu evde sesli bir şekilde müzik dinlemek yasak olduğu için kulaklıkla müzik dinliyordum. Evimizde son zamanlarda hep cinlerden bahsediyorduk. Ablamız onlardan bahsetmememizi söylemesine rağmen, onu dinlemeyip “Kuran okunan yere gelemezler.” diyorduk. Üstelik dalga geçip arkadaşlarla birbirimizi korkutuyorduk. Bir gece bütün arkadaşlar odalarına çekilmişlerdi. Ben ise kulağımda kulaklık, arkadaşımla birlikte oturma odasında oturuyorduk. Bir ara arkadaşım, telefonla konuşmak için odasına geçti. Ben, odada tek kalmıştım. Yüzüm balkona doğru bakıyordu. Bir ara balkon kapısının önündeki perdenin oynadığını gördüm. Kapıya doğru baktım, balkon kapısı kapalıydı.Sonra gözlerimi kapatıp müzik dinlemeye devam ettim.O sırada balkon kapısı açılmıştı ve perde havalanıyordu. Arkadaşımın balkona çıktığını düşündüm ve arkadaşıma seslendim. Ses gelmemişti. Ayağa kalktığımda balkon penceresinden siyah bir şeyin bana baktığını gördüm. Korkunç bir şeydi. Pencereden bana bakıyor ve perdeyi aralıyordu. Sanki içeri girmeye çalışıyordu. Benim çığlıklarıma arkadaşım koşarak geldi ve ben donakalmıştım. Konuşamıyor, dua edemiyordum. O siyah varlığı gördüğümde besmele çekmeye çalıştım fakat olmadı. Hiçbir şey söyleyemiyordum. Bütün arkadaşlarım başıma toplanmışlardı. Kuran okudular ve ben kendime geldiğimde herkes halisünasyon gördüğümü zannediyordu. Ta ki balkonun kapısını onlar da açık görene kadar. Sizlere tavsiyem, varlıklarına inanın ve yanınıza yaklaşamayacaklarını düşünmeyin. onlar her an yanınızda olabilirler. 

  9. Beyazımsı Varlık

    Samsun Orman İşletme civarındaki derenin yanında mağara vardır. Orda başımıza çok acayip bir olay geldi. 3 kişiydik. Bir müddet geçtikten sonra, arkadaşım Serkan mağaranın girişinde uçuşan ışıklar gördüğünü söyledi. Mağaranın içinden sesler gelmeye başladı. Arkadaşım Hakan hiç tereddüt etmeden mağaraya girdi. Hava iyice karardı ve yatsı ezanı okundu.
    Hakan mağaranın içinde çakmak yakarak biraz da olsa etrafı aydınlattı. Daha sonra Hakan mağaradan çığlıklar atarak, “Kaçın, çabuk kaçın!” diyerek çıktı. On metre gidip durdu ve bana, “Ömer, mağaranın içine ışık tut!” dedi. Ben, Serkan'la beraber yaklaşıp çakmağı yaktım. Birdenbire iri yapılı, beyazımsı bir varlık bize doğru yürümeye başladı. Beyazımsı varlık üzerimize bizim hızımızda geliyordu. Ne yaklaşıyordu ne de uzaklaşıyordu. Ama yerden tahmini 30 cm kadar havada geliyordu. Ben, arkaya baktığımda hala peşimizdeydi. Daha sonra evlere yaklaştığımızda peşimizdeki varlığın yok olduğunu fark ettik. 

  10. Öğrenci Yurdunda

    Edirnekapı Erkek Öğrenci Yurdu’nda kalan bir öğrenci sabah erken saatlerde hamama gidiyor. Hamamda birkaç kişi yıkanıyor. Çocuk, bir süre sonra çevresine bakıyor, kimse kalmamış; ama yan taraftaki bolümden hâlâ gürültüler geliyor. “Hamamın kapanmasına daha var demek ki.” diyerek yıkanmaya devam ediyor. Yan taraftaki gürültüler giderek artınca merak edip bakıyor. Gördüğü manzara karşısında çocuğun aklı başından gidiyor. Sekiz-on kadar tuhaf adam, birbirlerine su serperek, eğleniyorlar. Adamların ayakları ise ters. Çocuk, korkuyla hamamdan kaçıp merdivenlere yöneliyor. İkinci katın merdivenlerinde düşüyor. Üç kişi, çocuğu kaldırıp, “Ne oldu?” diye soruyorlar. O da hamamda gördüğü tuhaf adamlardan söz ediyor. “Hepsinin de ayakları tersti.” diyor. Bunun üzerine üç kişi birbirine bakıyor ve gülümseyerek, “Nasıl yani, bizimkiler gibi mi?” diye ayaklarını gösteriyorlar. Çocuk, o gün apar topar yurttan ayrılıyor. 
--------------------------------------MEZARLIKTA YANGIN
Şu an 16 yaşındayım ve olay bundan 3-4 sene evvel yaşanmıştır. O yaz en büyük zevkimiz arkadaşlarla gece aşağı inmek idi ve hemen hemen indiğimiz her gece birbirimize korku hikayeleri anlatırdık. Anlattığımız hikayeler genelde kendi hayal ürünümüz olurdu fakat anlatırken sanki yaşamış gibi anlatırdık ve kendi uydurduğumuz hikayeye o ortamın verdiği gerilimle kendimiz de inanır ve korkardık. İçimizde en çok hikaye anlatan Nedim diye bir arkadaşımız idi. Nedim yaşça bizden büyüktü ve bizi korkutmayı iyi başarıyordu açıkçası. Yine böyle bir gecede Nedim bize çok ilginç bir hikaye anlattı. Hikayeye göre bazı insanlar sebepsiz yere içlerinden gelen bir ateşle küle dönüşecek kadar yanıyorlarmış. Bu yanma o kadar çabuk gerçekleşiyomuşki, kendisini kurtarmaya zamanı olmuyormuş kurbanın. Ayrıca bu olay kurban yalnızken gerçekleşiyormuş, yani görgü tanığı olmuyormuş hiçbir zaman. Bu anlattığı hikaye ilginç olduğu kadar inandırıcı gelmemişti çoğumuza. Fakat Nedim evinden getirdiği ansiklopedi de yazılanları bize gösterince tüylerimiz diken diken olmuştu hepimizin. Bu olaylar gerçek yaşanmış olaylar olarak anlatılıyordu ansiklopedide kanıtları ile. O gece eve koşar adımlarla çıktım ve bütün gece gözlerime uyku girmedi. Ertesi gün ise belki hepimiz için hayatımızın en korkunç günü olmuştu. Gelen habere göre Nedim bir sokak arasında ölü bulunmuştu ve işin ilginç yanı Nedim'in gömüldüğü mezarlıkta 1 hafta sonra yangın çıkmıştı ve bütün mezarlar yok olmuştu. İnanmayan arkadaşlar eski gazeteleri karıştırabilirler. Tarih: 3 Eylül 1997, Mersin mezarlığı orman tarafında onlarca mezar yanmıştır.

-----



Tepedeki Ev
Yillardan 1994’dü.Ben annem ve abim Tunceli’deki köyümüze gitmistik.O zamanlar 12 yasinda falandim.Oraya gittik ve amcamlarin evine yerlestik.Benim orada tanidigim hiç kimse olmadigi için ben amcaogluyla(Yusuf)la oynuyordum.O bana biraz macera yasamak istediginden falan bahsederdi hep ve bir gece onla uyumadik ve biraz macera yasabilmek için neler yapabilecegimizi düsündük ve en sonunda köyü çevreleyen daglardan birindeki bir eve gitmeyi önerdi Yusuf fakat bunun çok tehlikeli olabilecegini köyün ileri gelenlerinin sik sik onlari oraya çikmamalari konusunda uyardigini söyledi.Bizde bunu büyük bir gizlilikle yapacaktik.Yusuf’un en yakin arkadasi Ismete anlattik düsündügümüzü ilk basta biraz tirsti fakat daha sonra oda bunu kabul etti.Ertesi gün çantalarimizi,yiyeceklerimizi hazirladik ve erkenden yola çiktik.O gün hava biraz pusluydu ve içimden bir ses bunun tehlikeli olabilecegini söylüyordu.Fakat bunu onlara söylemedim ve yolumuza devam ettik ve yolda giderken etrafta bol bol koyu,inek,keçi,tavuk gibi hayvanlarin kemikleriyle karsilasiyorduk ben biraz daha korkmustum ve nerdeyse aglamak üzereydim.en sonunda oradaki eve vardik ve içeri girdik içerde anlamadigimiz diller yazilar falan vardi ve penceresi oldugu halde içerisi karanlikti içeride anlayamadigimiz çok degisik cisimler vardi etrafta taslarin içerisinde sular falan vardi.Ve döner biçagi gibi kocaman ama paslanacak kadar eski birkaç biçak vardi birden Ismet degisiverdi sanki biz kormaya baslamisken o gülüyordu.Kendi kendine oynasirken taslardaki suyu üstüne döktü ve bir biçagi eline alip oynamaya basladi bir anda biçakla oynarken biçakla parmagini kesti ben çok korkmustum aglamaya basladim çünkü bir anda Yusuf da degismis sanki çildirmis gibi oldu bu arada Ismetin parmagi çok feçi bir sekilde kaniyordu.Daha sonra kostum kostum sanki bir sey beni kovaliyor gibiydi ve annemin dürtmesiyle uyandim bana gece boyunca döndügümü,agladigimi tepindigimi söyledi.Kahvaltida Yusufla konusmaya basladim rüya mi anlattim ve belki inanmayacaksiniz ama bana tepedeki evi nerden bildigimi sordu.Daha sonra disari çiktik ve Ismeti gördük parmagi sariliydi…
Yalniz Degiliz
Öncelikle 34 yasinda ve çok iyi bir sirkette, iyi bir görevde oldugumu belirtmek isterim. Hayatimi, yasayabildigim derecede modern sartlarda yasayip, gece kluplerinden, partilerden çok zevk alan, sosyal yasantisi çok renkli bir hanim oldugumu da. , Sizlere sadece 1 olay degil, birbirini takip eden bir kaç olayi anlatmaya çalisacagim. Aslinda yillardir bunlari unutmaya çalismis ve en yakinlarimla bile paylasmaya cesaret edememistim. Ama sizlerin hikayelerini okuduktan sonra, benim, yasadiklarimin ne kadar gerçek ve de aslinda ne kadar ürkütücü olduklarini bir kez daha kavradim.
Bizler, asla…Yalniz degiliz…
5 yaslarindayken geceleri korkuyla uyanir hale geldim. Sebebi belirsizdi..Hatirladigim tek sey gece yataga yatip, gözlerimi kapatmaya korktugum.. Bir an da kapinin arasindan yattigim odayi kara kara agir, bulutumsu seyler kapliyordu ve ben nefes alamiyordum. Bu olaylar her gece olmaya basladi. Kimseyi bunlara inandiramadim. Çocukça kapris sandilar. Ve her ne sandilar ise..Bilemiyorum. En sonunda odama gitmeye korkar hale geldim. Çünkü beni oarada, bekleyen, görünmeyen, agir bir sey vardi… Gecelerim aglamakla ve korkuyla geçmeye baslamisti ki…Ailem..(Annem Yugoslav Arnavut, babam Yunan asillidir ) batil inançlara sahip degildir..Öyle olduklari halde , eve yasli birini getirip, kursun döktürdüler, okuttular, bir süre boynumda küçük bir kuran tasidim. Sonra yavas yavas bitti bu olay.. Bu bir karabasan miydi? Bilmiyorum. Halen bilemiyorum
Ruh
Öncelikle merhaba demem gerekiyor sanirim. Size yazacagim olay teyzamin basindan geçmistir. Benim bütün teyzelerimin basindan böyle seyler geçmistir hepsini yazmak isterdim ama sadece bir kaç tanesini yazacagim. Bir gün Ankara’ya gittigimde teyzemlerde kalmistim ben teyzem ve 2 kuzenim. Teyzem böyle seyleri konusmamizi istemiyordu ama biz yinede konusuyorduk. Kuzenim teyzemin (onun annesi oluyor) basindan geçen bir olayi anlatiyordu. Vede sunu belirtmem gerek bu teyzem böyle seylerden hiç korkmaz yine sorarsin hiç ürkmedin mi diye hayir der. Yani gecenin 3 ünde yatirlariyla ünlü bi köyde disari çikma cesareti bile gösteriyor. Açikca söylemek gerekirse ben asla çikamazdim. Herneyse benim ölen bi kuzenim daha vardi. Ben hiç görmedim onu çünkü ya dogmamistim yada 1 yasinda bile degildim. Bir gün teyzem onun ölümünden sonra gece yataginda onu düsünmeye baslamis öbür tarafta nasil acaba? Diye kendi kendine soruyor ve agliyrmus her gece oluyormus bu her gece istemeden agliyormus. Bir gece yine onu düsünürken (normal olarak gözleri kapali) bir kararti fark etmis ve gözlerini açmis karsisinda ölen kuzenim duruyormus. Bir süre teyzeme gülerek bakmis ve el sallayip gitmis. Sonra teyzem anlamiski öbür tarafta mutlu. O günden sonra hiç düsünmemis onu. Vede sadece kuzenim annesine yani benim diger teyzeme anlatmis bunu vede o 2 kuzenimde gizli gizli dinlemisler. Vede bana anlattilar. Haa aklima gelmisken bu teyzemin basindan bir olay daha geçmis. Yine gece tuvalete gitmis sonra odasina geldiginde bi dedenin teyzemin sandiktaki geceligini giydigini görmüs sonra teyzem ‘kisa gelmis dur çikarda uzatayim’demis ve egilmis geceligin ucuna sonra dede kaybolmus elbisede yere düsmüs. Aslinda bu anlatiklari bana biraz saçma geldi ama teyzem dogru oldugunu söylüyor (bizim israrimiz üzerine anlatmisti bunu). Zaten teyzemin yalan söyleyecegini sanmam. O gece 2 kuzenimle beraber hiç uyuyamadik çünkü hepside dogruydu bu anlatilanlarindan sonra uyurken hep tikirtilar duyduk vede sesler. Ama sabah kalktigimizda komik geldi çünkü hepimiz korktugmuzda psikolojik olarak böyle seyler uydurabiliriz yada bazi esyalari ruha cine cadiya falan benzetebiliriz. Yazacagim o kadar çok sey varki artik onlari da baska yazilarimda sizlere aktaririm.
Seytan
Yil 1994 temmuz ayi cumartesi aksami.. Ben ve kardesim o aksam yemek yiyorduk ve aniden zil çaldi, kapiyi annem açti.Kapida olan kisiler arkadaslarimdi ve bizi asagiya çagiriyorlardi saat 10.00’na geliyordu sofradan kalkar kalkmaz asagiya indik arkadaslarimizla her gece korkunç hikayeler anlatirdik, (Gece dedim çünkü sabahlara kadar oturur hikayeler anlatir oyun oynardik) her kafadan bir hikaye çikardi ortaya ama birbirimizi korkutmak için yaris yapardik.O aksam herkez hikayesini anlattiktan sonra oyun oynamaya karar verdik, o zamanlar 11 yasindaydim ve saklanbaç oynamayi çok seviyordum. Ebe saymaya basladiginda herkes yerini almisti ve bende, tabiki ben o anki olacak olaylardan haberdar degildim, kim bilirdiki seytani karsimda görecegimi neyse konuya geçelim ben yerimde ebenin saymayi bitirmesini bekliyordum ebenin saydigi binanin yan tarafindaydim ebebin saymasi bitmedigi için sikintiya girmistim o, an arkami dönmemle dona kalmam bir olmustu simdi seytanla karsikarsiyaydim o herkesin bildigi gördügü bir tipten degildi (tabiki görenler için..) 2 metre boyu,yumrugum kadar iri ve kipkirmizi gözleri çatal biçiminde uzun asasi 2 adet iri buynuzlari ve üstünde siyah birseyi vardi ama ayaklari yoktu evet yanlis okumadiniz ayaklari yoktu adeta uçuyordu o, anda vücudum çözülü vermisti hemen bahçenin ortasindaki kuyunun arkasina saklanmistim ebe agladigimi duyunca hemen arkadaslara haber verdi bu seytani yakin arkadasimda görmüs ve oda çok korkmustu. (ismini vermeyecegim.) Ve bu olaylardan sonra her pisligin yaninda cinlerin olduguna saitlik ettim. Ertesi sabah seytani gördügüm yere geldik orada bulunan ev bombostu evin içinde bir el vardi ve sanki el bizi seyrdiyordu önce inanmadik sonrada banyoda gördük ev zemin kattaydi banyonun penceresinden içeri yumurta kartonu attik ve karton geri geldi ve bu olay bi kaç defa gerçeklesti ne zaman oraya gitsek üst kattakilerin kizini yerde baygin buluyorduk ve bu olaydan sonra bisey farkettimki ne zaman korkunç hikayeler anlatsak ozaman kötü seyler oluyordu ama anlatmayida seviyorduk. Bu yüzden siz siz olun sakin korkunç seylerden bahsetmeyin eger cinlerden bahsedecekseniz kötü varliklar diye konusun, bunu sakin unutmayin…
Karabasan
Ramazan ayinin ortalarindaydik. Ertesi gün oruç tutmak için sahura kalktim ve uykulu bir halde yemek yedikten sonra, henüz daha sogumayan sicak yatagima uzandim. Uykuya dalar gibi olmamla birlikte üzerimde bir agirlik hissettim. Gözümü açtim ve hareket etme çabalarim sonuçsuz kaldigini gördüm. Yatagimin bulundugu yerden yemek masasinda yemek yiyen annemi görmeme ragmen bir türlü hareket edememem, beni çok sasirtmisti. Vücudumun hiç bir noktasini hareket ettiremememin yani sira parmagimi bile kipirdatamamam beni iyice telaslandirdi. Çünkü daha önceden böyle bir olayla hayatim boyunca karsilasmamistim. Müthis bir güç harcamama ragmen hareket edemiyordum ve avazim çiktigi kadar bagirmaya basladim. Aman Allah’im sesim de çikmiyordu. Yaklasik 3-4 metre uzakta olan anneme lütfen beni kurtar dercesine çirpinmalarima karsi bir türlü kendimi farkettiremiyordum. Artik dayanamayarak gözlerimi kapadim ve “Yeter artik ne zaman bitecek bu iskence? Yoksa ölecek miyim?” gibi düsüncelere dalarken, birden birinin elini omzumda hisettigim anda üzerimdeki agirlik bir anda yok oldu. Bagirarak gözlerimi korkuyla açtigimda omuzundaki elin anneme ait oldugunu görmenin rahatligiyla, yataktan siçrayisimin sesi tüm ev halkini ayaga kaldirmisti. Peki neydi o üstümdeki cisim? Bir insan uykuda olabilir ama gözleri açik asla…
Rüya
Alti yasimda sokaga çikmaya baslamistim (abim yanimda olmadan annem disari çikmama izin vermiyordu). Yine böyle birgünde abim beni yalniz birakmis, arkadaslariyla konusmaya dalmisti. Bende topumla bir saga sola kosuyordum. Zevkten dört köseydim, özgürdüm kocaman sokakta, topu istedigim kadar havaya atabiliyordum, evimizin dar koridorundaki kisa ve yorucu kovalamalar artik, uçsuz sokakta terden sirilsiklam olmaya birakmisti yerini… Sonra yine topun pesinden kosuyordum, kosarken arkamda birseyin nefes alip verdigini hissettim. Bu sefer beni kovalayan birsey vardi, o kocaman sokakta. Arkama bakmaya kalmadan kulagimin dibinde havlama sesleri yankilanmaya basladi. Hiç tereddüt etmeden aglamaya ve kosmaya basladim. Dün gibi hatirlarim agzimdan “anne geliyor, tut annecim, anne geliyor…..” sözcükleri dökülüyordu. Sonra abim farketti ve kurtardi ama olan olmustu birkere…Olayin konusuda burda basliyor. Köpeklerin kovalamacasiyla baslayan korku, yerini geceleri gödügüm rüyalara birakti. Artik rüyalarimda sürekli kovalaniyordum, bazen seklini hiçbirseye benzetemedigim konusan insani varliklar, bazen yalvartan köpekler ve en garibi de üzerime örttügüm yorgandi. Bazi geceler rüyalarimda, uyumak üzereyken bogulmaya baslardim, beni bogan sey ise yorganimdi. Aniden heryanimi sararak üstüme bastirmaya baslardi. O an ” nefesim kesilirdi, sanki bir caninin kucagina düsmüs gibi olurdum. Uyandigimda kendi sürekli kucaklarda bulurdum. Annem, abim ve babam bu üçlünün arasinda nöbetlese dolanirdim. Uykudan uyanirken kendini birinin kucaginda bulmak korkunun baska bir yüzü olsa gerek. Nedeni, sabaha kadar neler oldugunu hatirlmaya çalisip aklina geldikçe ayni korkulari tekrar tekrar yasamak. Hayatimdaki garipliklerden biride, annem beni yikarken banyoda benimle beraber yikanan çocuklar görürdüm, bazen sessizce aglamaya baslardim bazende bitene kadar sabirla izlerdim. Bunun yüzünden bir keresinde evin ortasinda legenin içinde bile yikandigimi hatirlarim. Korkular bizleri yipratir, sizlere tavsiyem yokmus gibi davranmayin, çünkü heran bir sürprizle karsilasip kötü sonuçlar dogurabilir. Halen rüyalarimla beraber yasiyorum, korkuyorum ve apansizca uyaniyorum ve düsünüyorum ki bende birilerinin korkulu rüyalari oluyorum. Bazen gözümü açtigimda evimden uzaklasmis ve sevmedigim insanlarin çok yakininda buluyorum. Size yazmaya devam edecegim. Eger benimle korkularini paylasmak paylasmak isteyen arkadaslar olursa mail adresimi verebilirim…
Musalla Tasi
Köyümüz, Tipi Köy Iç Anadolunun en eski köylerindendir.Köyümüzün mezarligi evimizin tam karsisindaydi.Komsumuzun bize orada garip seyler gördüm, demesi bizi ne kadar ürkütsede inandirmiyordu.Ta ki Burak arkadasimin sünnet gecesine kadar.Birden arkadasimin hediyesini evde unuttugumu farkettim.Gece garip olaylarin oldugunu bildigim için eve gitmeye korkuyordum.Eve yaklastigimda bazi çigliklar duymaya basladim.Musalla tasinin üzerinde garip isik büzmelerinin daire biçiminde döndügünü gördüm ve birden at sesleri gelmeye basladi.Ileriye dogru baktigimda atin üzerine binmis bir gelinin hizla musalla tasina dogru geldigini gördüm.Gelin bir süre musalla tasinin etrafinda dolastiktan sonra mezarliga girerek agit yakmaya basladi.Ben bu arada korkudan ne yapacagimi sasirdim.Daha sonra bir dügün alayinin gelip gelini alarak oradan hizla uzaklastigini gördüm.Bende dügün yerine kosup olanlari dedeme anlatmaya basladim.Dedem bana inanmadi.Ertesi sabah mezarliga bakmaya gittigimde bir gelin duvaginin bir mezara bagli olarak buldum.Bu duvagi dedeme gösterdigimde dedemin agladigini ve bu duvagin savasta gelinken sehit olan ablasina ait oldugunu ve mezarinsa sevdigine ait oldugunu söyledi.Bir kaç yil sonra Aksehir gölünün tasmasiyla köyümüz sel altinda kaldi, bir daha böyle bir olay görülmedi.
Kan Kokusu
Uzun süre oldu kuruyali, bayat kokusu ortaya çikali. Çok sicak bir yaz günü veya berbat bir kis günüydü belki. Sabah kalktigimda ellerimin oldugundan daha çok titremesinden anlamistim bugün kan kokusu alacagimi. Sigarama uzandim her zamanki gibi. Bir nefes, bir nefes daha. Sigara bile sakinlestirememisti titreyen, intikam isteyen ellerimi. Daha günes dogmamisti, belki o gün hiç dogmayacakti… Dogsa bile bakmayacakti sadece kurbanlarini gören uykulu gözlerim. Aynaya baktigimda soguk bir ten, kipkirmizi gözler ve titreyen eller görmek hiç sasirtmamisti bu sefer. Sanki uzun zamandir bekledigim gün buydu, evet evet o gün bugündü. Ne giydigimi hatirlamiyorum o gün. Muhtemelen soguktan koruyan bir bere veya günes gözlügü. Renklerin önemi yoktu.. kirmizinin, kanin rengi disinda. Herzaman yaptigim gibi ayni otobüse binecektim. Fakat bu sefer onlar beni degil, ben onlari öldürecektim. Hayatimda hiç olmadigim kadar sogukkanli. Her sabah gördügüm o soluk, nefret dolu, igrenç yüzler. Hepsi oradaydi yine. Farkina bile varamayacaklardi otobüsün camlarina fiskiracak kanlarin rengini, tadini. Ansizin çekiliverecekti o igrenç, ise yaramaz ruhlari bedenlerinden. Bir süre en nefret ettigimi seçmek için düsündüm. Sanirim bulmustum. Su hergün, maasini son kurusuna kadar yatirdigi o igrenç, muhtemelen “mezbaha” markali parfümünü sikan, igrenç bacaklarini otobüsteki her gözün içine sokan kaltakti galiba. Önce kurbani tanimak gerekiyordu. onu can çekisirken mi izlemeliydim, yoksa tek bir çiglik ve kan mi olmaliydi. Bir durak, bir durak daha. Inmesine 2 durak kala, artik zamanin geldigine inanmistim. Hala kararsizdim neyle öldürecegime ama ellerim o kadar siddetli titriyordu ki bu karari çabuk vermem gerekiyordu. Bu biçagi alirken ne için kullanacagimi bilmiyordum bile.. Fakat sonunda bir ise yarayacakti. Artik emin adimlar atma vaktiydi. Her zaman nasil oluyorsa oturdugu ayni koltuga dogru ilerlemeye basladim. Etrafimdakiler gözümdeki nefreti ve kararliligi görmüs olmalilar ki onlara çarpmama hiçbirsey söyleyemediler. Nabzim daha da hizlanmis, elimin titremesi çok daha normal gelmeye baslamisti. Bir metre daha ve ordaydim.. 2 veya 3 saniye sürmedi, büyüklügünü ancak o zaman anladigim biçagimi çikarip kaltagin gögsüne saplamam. Ummamistim bu kadar kan fiskiracagini, ummamistim parfümünün o an bu kadar güzel kokacagini. Bir daha ve bir daha sapladim.. Agzindan kan gelmesi daha da alevlendirmisti içimdeki vahseti. Suratimdaki sicaklik, hep bekledigim huzurdu sanki. Yorulmustum. Bir an olsun etrafa baktim.. Donup kalmislardi. Herzaman o gür sesiyle yüksek sesle konusan o…. çocugu. O da susuyordu. Bu korku ona yeterdi belki, belki yarinki otobüste anlatacagi birçok sey görmüstü. Peki ya ertesi gün? acaba onun kani da kirmizimiydi, en az bunun kadar igrenç miydi kokusu. Çok geçti artik ögrenmek için. Kapiya yaklastigimda, soförün ben söylemeden açtigi kapidan o otobüsün en sessiz yolcusu olarak indim herzamanki gibi. Son kalan sigarami içmek için en iyi zamandi
Kara Büyü
Bir gün ev arkadasimla can sikintisindan
kendimize bir büyü bulmayi ve bunu insanlar üzerinde denemeyi düsündük öyle saçmasapan bazi kelimeleri bir araya getirdik ve bunlari ezberledik. Bu sadece ikimizin bilcegi bir büyü olmaliydi. Ama ne için yapilmasi gerektigine karar veremedik ve yattik.
Ertesi gece yilbasi partisi için aldigim cadi sapkasini basima taktim ve üzerime siyah biseyler giydim bir mum yakip isiklari söndürdük. Bu büyüyü diger ev arkadaslarimdan birine yapacaktim. Olayi önemsemesi için onu inandirdik ve konsantre olmasini sagladiktan sonra büyüye basladim ve bir gece önce uydurdugumuz sözcükleri söylemeye basladim. Büyü bittikten sonra isiklari yakip gülmeye basladik. Büyüyü uydurdugum arkadasimla Sule’ye (büyüyü yaptigim arkadasim) gülüyorduk o ise hiç tepkisiz oturuyordu. Iste tam o sirada birden gök gürlemeye ve simsk çakmaya basladi. Elektrikler kesildi. Yazin ortasinda havanin böyle birden patlamasi bizi hem sasitmis hem de korkutmustu. Bi müddet öylece jeneratörün devreye girmesini bekledik .On saniyede devreye girmesi gerekirken girmedi Biz de mum yaktik ve bütün gece korkudan uyuyamadik.Yagmur sabaha kadar yagdi. Sule ise ateslendi ve ailesini çagirmamizi istedi. O gün ögrendik ki jeneratör bozulmus. Aksama dogru Sulenin ailesi geldi ve onu kayseri deki evlerine ***ürdüler.Bir ay sonra da gelip esyalarini aldilar ve Sule bir daha ne geldi ne aradi.
Aradan 4 sene geçmesine ragmen bu büyü sözcüklerini ne kadar unutmaya çalissam da bi türlü unutamadim. Bazen aklima gelince bisey olcak diye korkarim.
Cin ile Dalga Geçme
17 yasindaydim ve annemin memleketi olan Giresun’daydik. Döndü abla o siralarda 22 yasinda falandi (annemin amcasinin kizi). O’nu her gece cinler döverdi ve üzerinde tasidigi kuran’i çikartmasi için baski yaparlardi. Birlikte yatiyorduk onlarda kaldigim zamanlarda ama sabahlari vücudunun her yerinde morluklar oluyordu bende ise hicbirsey olmuyordu ve hicbirsey hissetmiyordum… Bir gece Döndü, ablasi, ablasinin akrabasi Emine ve onun nisanlisi epey geç saate kadar oturduk. Döndü’nün annesi ise saat 11 gibi yatti uyudu baska odada. Biz hala sohbet ediyorduk. Saat gece 02.00 olmustu.. Ben cin cagirmayi önerdim. Bu onlarada cazip gelmis olacak ki kabul ettiler. KIKI adinda kibrit cinini hepiniz duymussunuzdur. Bir kutudan 4 tane kibrit çöpü aldik ve cin cagirdik dualarla. Bu islerden çok iyi anliyordu Döndü. Sorular soruyorduk kibritlerde saga sola hareketle bize cevap veriyordu. Ben yasiminda küçük olmasindan dolayi bayagi zirvalamaya baslamistim. Cin ile dalga geçiyordum. Yanimdakiler ise iyice korkmuslardi benim cine ileri geri konusmamdan! Beni sürekli sus diye uyariyorlardi. Neyse bir müddet sonra isik kendiliginden kapandi kalktim dügmesine bastim actim, arkami döndüm ki tekrar çat!! diye dügmeden kapandi isik.. Bulundugumuz oda köy evi oldugundan mutfak ve oturma odasi bir kullanilan bir oda.. Mutfak dolabi zangir zangir titremeye ve tabaklar birer birer yere dökülmeye basladi.. Hepimiz korkudan sapsari olmustuk TV açik degildi birden TV acildi. O zamanlar sadece TRT 1 gösteriyordu köy yerinde. Bilmedigimiz yabanci kanallar fisek gibi acilip kapaniyordu.. Biz binbir dua okuyarak cini göndermeye calisiyorduk. Artik yorulduk ve kibrit çöplerini masanin üzerine biraktik. Aman Allah’im cin gitmemisti, ve masanin üzerindeki kibrit çöpleri kendiliginden hareket ediyordu. Döndü’nün akrabasi olan kadin bayildi bayilacak. Saat 04.00 olmustu artik ve Döndü’nün akrabasi olan Eminenin nisanlisi eve gidecekti. Köy yerlerini bilirsiniz acayip sessiz ve ürkütücü olurlar. Evine gidecegi yol da ormanin içinden gecen ve derenin oldugu bir yer. Neyse bu çikti gitti ve biz cini göndermek icin ugrasmaya devam ettik.. Tabi ki basaramadik öyle kizdirmisim ki onu her yeri darmadagin etti diyebilirim… Ve isin ilginç yani yan odada yatan yengemin çit bile duymamis olmasiydi.. Sabah ezani okunurken hepimiz korkudan ve uykusuzluktan uyuyakalmisiz.. Yengemin sesiyle uyandik, ORTALIGIN HALI NE BÖYLE diye soruyordu. Ona anlattik o da ürperdi ve kizdi bize.. Emine’nin nisanlisi da ertesi günü geldi ve gece eve gittigi yolda onu taslamisti cinler, bu taslar pek bir yerine isabet etmemissede omuzuna ve alnina carpmis ve oldukca morarmisti.. Ayni gece ben ananemin evine gittim yatmaya ve o gece Döndü ablami da çok *****tirmislar ve acaip dövmüs cinler. Kiz günlerce vücudu ve yüzü morluklar içerisinde gezmek zorunda kaldi… Komsumuz olan bir hocaya olanlari anlattik! Hoca bile dehsete kapildi ve cinin beni yasim küçük oldugu için affettigini yoksa yetiskin bir insanin cinle o sekilde dalga geçse çarpilacagini, agzinin burnunun ters dönecegini söyledi…
Ermis
Daha henüz 9 yasimdaydim fal, ruh, cin, seytan vb. gibi seylere inanmazdim yeni insaa edilmis bir eve tasinmistik ama nedense bir türlü gece banyodan ve sokak kapisindan garip sesler geliyordu. Tasindiktan bir hafta sonra seslerin nereden kaynaklandigini anlamak için ben banyo, abim ise sokak kapisinin önünde bekliyordu. Fakat hiç bir sey gözükmüyordu ama ses vardi. Evimize hoca çagirdik dua okudu ve bize banyoya 1 kova su takunya ve havlu birakmamizi söyledi,neden diye sordugumuzda ise hiç bir sey söylemedi. Hocanin dediklerini aynen uyguladik o gece rüyama garip seyler girmisti beyazlar içinde elinde bir asa yasli biri el hareketiyle kizginligini anlatiyordu. Sabah kalktigimizda su bitmis takunyalar ve havlu islakti en ilginç olani ise kapinin kilidi açikti. Hocayi tekrar çagirdigimizda bize evin yapildigi konumda çok ama çok eskiden bir mezar oldugunu söyledi ve rüyama giren kisinin bir ermis oldugunu söyledi banyoda ise abdest almisertesi hafta evden tasindik ve su an orada hiçkimse oturmuyor. Ve tam 17 yasindayim.
Ahtapot
14-15 yaşlarındaki bir kızda durup dururken hamilelik belirtileri başlamış: Karnı hafiften şişkinleşmiş, kusma nöbetleri geliyormuş, sabahları yataktan hasta gibi kalkıyormuş… Fakat kız annesine ısrarla böyle bi şeyin mümkün olamayacağını, çünkü hiç bir erkekle bu sonucu doğuracak kadar yakın temasta bulunmadığını iddia ediyormuş.
Fakat zaman geçtikçe hem karnı büyümeye devam etmiş, hem de diğer belirtilerde değişiklik olmamış. Annesi, “Bu yaşta… Allahım Allahım, kepazelik bu” dese de kız hala hamile olmadığını söylüyormuş. Sonunda anne küçük bi kasabada yaşıyor olmalarına rağmen çıkacak söylentileri göze alarak kızını hastaneye götürmüş. Ancak çekilen ultrasondan sonra kızın inkarlarında samimi olduğu anlaşılmış. Çünkü karnında son derece büyük boyutlara ulaşmış bir tümör tesbit edilince şişkinliğin ve diğer belirtilerin asıl sebebi ortaya çıkmış.
Vakit kaybetmeden, apar topar ameliyata alınmış tabii. Doktorlar rutin kabul edilen bu operasyon sırasında karnı açmışlar ve işte o an gördükleri manzara karşısında şok olmuşlar. Meğerse tümör sandıkları şey kocaman bir ahtapotmuş. Üstelik kıpır kıpırmış da hayvan, yani canlıymış.
Olayın aslı sonradan anlaşılmış. Kız üç-dört ay önce ailesiyle birlikte okyanus kenarındaki bir kasabada tatil yapmış. Ahtapot yumurtaları da mikroskobik boyutlarda olurmuş ve bunlardan doğal olarak okyanus sularında milyarlarca varmış. Kız muhtemelen yüzerken yuttuğu sularla beraber bu yumurtalardan da indirmiş mideye. İşte bunlardan biri de, milyonda bir görülecek biçimde de olsa, kızın vücudunun içinde yaşamayı, hatta büyüyüp gelişmeyi başarmış

Size anlatmak istiyorum. Çok güzel bir gündü en sevdiğim arkadaşlarımı evime çağırmıştım. Beraber çay içeriz oturup dertleşiriz diye düşünmüştüm. Beklemeye başladım. Tabi boş durmuyordum müzik dinliyor günün keyfini çıkarıyordum. Olacaklardan habersizdim her zamanki ki gibi fondaki müzik her ne kadar hareketlide olsa içimde birşeyler oluyordu. Gündüzdü ama karanlıklar hissediyordum. Kapı çalındığında korkmadım desem yalan olur. Gelenler onlardı arkadaşlarım en sonunda geldiniz diyip eve konuk ettim onları bir kenara oturdular gülüp eğleniriz diye gelmişlerdi ama suskunlardı. Konuşturmak için çok çalıştım ama çabasızdı. İçeceğimiz bir bardak çayın bizi neşelendirebileceğini düşünüp oradan çay getirmek üzere ayrıldım. Garipti çünkü birbirleriyle bile konuşmuyordu. İçimi tarifsiz duygular kapladı neler oluyordu acaba. Yanlarına çaylarla geldiğimde ikisi birden bana öyle bir baktılar ki gözlerinde nefret vardı. Havayı dağıtmak istedim yine sustular. Tam o esnada arkadaşım çayını upuzun tırnaklarıyla karıştırmaya başladı. Tırnaklar gördüğüm an kaynar sular boşandı. Korkuyordum nasıl uzaklaşabilirdim... (Cinler insan kılığına girdiklerinde ya tırnakları uzun olur yada vücutlarının bir bölümü farklı olur) Son çırpınışlarımdı. Kaçmalıydım tam o esnada bugüne kadar sesine sinir olduğum kapı zili bana en güzel şarkılar gibi gelerek çaldı. Müsadenizle diyip kapıya yöneldim sessiz durmaları beni korkutmuştu ama kapıyı açmak son çaremdi. Kapıya yöneldim kapıda abim vardı. Hızla olayı anlattım hadi gidelim çabuk olmalıyız kaçmalıyız dedim içerde cinler var. Nerden anladın dedi. Kısaca önemsemeyerek uzun tırnakları vardı dedim. Abim hızla yüksek sesle tırnaklarını gösterip böylemi dedi. Ve o anda bayılmışım sonra geciken arkadaşlarım geldiğinde beni ayıltılar.



5 yorum: